Amerikan yumuşak gücünün geleceği
Bu makale kısa süre önce vefat eden ve uluslararası ilişkiler alanının önde gelen isimlerinden biri olan Joseph S. Nye'nin son yazısıdır. Eski Harvard Kennedy School Dekanı ve eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı olan Nye, A Life in the American Century adlı anı kitabının yazarıdır.
CAMBRIDGE
Güç, başkalarına istediğinizi yaptırabilme yeteneğidir. Bu, zorlayarak (“sopa”), ödeyerek (“havuç”) veya cazibe yoluyla (“bal”) gerçekleştirilebilir. İlk iki yöntem sert güç biçimleriyken, cazibe yumuşak bir güçtür. Yumuşak güç bir ülkenin kültüründen, siyasi değerlerinden ve dış politikalarından doğar. Kısa vadede sert güç genellikle yumuşak güce üstün gelir. Ancak uzun vadede yumuşak güç genellikle galip gelir. Joseph Stalin bir keresinde alaycı bir şekilde “Papa’nın kaç tümeni var?” diye sormuştu. Ancak papalık hâlâ varlığını sürdürüyor; Stalin’in Sovyetler Birliği ise çoktan tarih oldu.
Eğer çekiciyseniz, havuç ve sopaya daha az başvurmanız gerekir. Müttefikler sizi iyi niyetli ve güvenilir olarak görürse, ikna olmaya daha açık olur ve sizin liderliğinizi takip ederler. Sizi güvenilmez bir zorba olarak görürlerse, ayak sürümeleri ve yapabildiklerinde karşılıklı bağımlılıklarını azaltmaları daha olasıdır. Soğuk Savaş Avrupa’sı buna iyi bir örnektir. Norveçli bir tarihçi, Avrupa’yı Sovyet ve Amerikan imparatorlukları arasında bölünmüş olarak tanımlamıştı. Ancak arada çok önemli bir fark vardı: Amerikan tarafı “davetle oluşmuş bir imparatorluktu.” Bu fark, Sovyetlerin 1956’da Budapeşte’ye, 1968’de ise Prag’a asker göndermek zorunda kalmasıyla açıkça ortaya çıktı. Buna karşılık NATO sadece varlığını sürdürmekle kalmadı, aynı zamanda gönüllü olarak yeni üyeler kazandı.
Gücü doğru anlamak için hem sert hem de yumuşak yönlerini dikkate almak gerekir. Machiavelli, bir prensin sevilmektense korkulmasının daha iyi olduğunu söylemişti.
Ancak en iyisi hem sevilmek hem korkulmak olurdu. Yumuşak güç, çoğu zaman tek başına yeterli olmadığından ve etkisini göstermek uzun zaman aldığından, siyasi liderler sık sık zorlayıcı veya maddi yöntemlere (sert güce) yönelme eğilimindedir. Ancak sert güç tek başına kullanıldığında, çekicilikle (yumuşak güçle) desteklenmediği takdirde, maliyeti daha yüksek olabilir. Berlin Duvarı top atışlarıyla değil; Komünizme olan inancını kaybetmiş, Batı değerlerine yönelmiş halkın elindeki çekiç ve buldozerlerle yıkıldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD açık ara en güçlü ülkeydi ve “liberal uluslararası düzen” olarak bilinen bir çerçevede kendi değerlerini kalıcı hale getirmeye çalıştı – bu çerçeve Birleşmiş Milletler’i, Bretton Woods ekonomik kurumlarını ve diğer çok taraflı yapıları içeriyordu. Elbette ABD her zaman bu liberal değerlere uygun hareket etmedi ve Soğuk Savaş’taki kutuplaşma bu düzeni dünyanın sadece yarısına sınırladı. Ancak savaş sonrası sistem, Mihver Devletleri savaşı kazansaydı ve kendi değerlerini dayatsaydı çok farklı bir biçimde şekillenirdi.
Önceki ABD başkanları liberal düzenin unsurlarını ihlal etmiş olsa da, Donald Trump yumuşak gücün dış politikada herhangi bir değeri olduğu fikrini reddeden ilk başkan oldu. Yeniden göreve gelir gelmez attığı ilk adımlar arasında Paris İklim Anlaşması’ndan ve Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmek vardı – üstelik iklim değişikliği ve pandemilerin açık tehditlerine rağmen.
Yumuşak gücünü teslim eden bir ABD yönetiminin etkileri fazlasıyla öngörülebilir. Danimarka veya Kanada gibi demokratik müttefikleri zorlamak, ittifaklara olan güveni zayıflatır. Panama’yı tehdit etmek Latin Amerika’da emperyalizm korkularını yeniden uyandırır. Başkan John F. Kennedy tarafından 1961’de kurulan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) zayıflatılması, ABD’nin hayırseverlik itibarını aşındırır. Amerika’nın Sesi (Voice of America) susturulursa, bu otoriter rakiplere verilmiş bir hediyedir. Dost ülkelere gümrük tarifesi uygulamak, ABD’yi güvenilmez gösterir. İçeride ifade özgürlüğünü bastırmaya çalışmak, ülkenin itibarını zedeler. Bu liste uzayıp gider.
Trump, Çin’i Amerika’nın en büyük meydan okuması olarak tanımlamış durumda. Çin de zaten 2007’den bu yana – dönemin Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun Komünist Parti’ye ülkenin kendini daha cazip hale getirmesi gerektiğini söylediği zamandan beri – yumuşak güce yatırım yapıyor. Ancak Çin’in bu alanda uzun süredir karşılaştığı iki büyük engel var: Birincisi, birçok komşusuyla devam eden toprak anlaşmazlıkları; ikincisi ise, sivil toplum üzerindeki sıkı devlet denetiminin sürdürülmesi. Bu politikaların maliyetleri, dünya genelinde insanlara “hangi ülkeleri cazip buluyorsunuz?” diye sorulan kamuoyu yoklamalarıyla ortaya konmuştur. Ancak eğer Trump, Amerikan yumuşak gücünü zayıflatmaya devam ederse, bu anketlerin gelecekte ne göstereceğini yalnızca tahmin edebiliriz.
Elbette Amerikan yumuşak gücü yıllar içinde iniş çıkışlar yaşamıştır. Vietnam ve Irak savaşları sırasında ABD birçok ülkede popülerliğini kaybetmişti. Ancak yumuşak güç, bir ülkenin toplumundan ve kültüründen olduğu kadar hükümet eylemlerinden de kaynaklanır. Vietnam Savaşı sırasında bile, kalabalıklar ABD politikalarını protesto etmek için dünyanın dört bir yanındaki sokaklarda yürürken, Amerikan sivil haklar marşı “We Shall Overcome”ı söylediler. Protestoya izin veren açık bir toplum, yumuşak güç unsuru olabilir. Ancak Amerika’nın kültürel yumuşak gücü, önümüzdeki dört yıl boyunca hükümetin yumuşak gücünde yaşanacak bir gerilemeye dayanabilecek mi?
Amerikan demokrasisinin Trump’ın dört yılını atlatması muhtemel. Ülke dirençli bir siyasi kültüre ve denge ve denetlemeyi teşvik eden bir federal anayasaya sahip. Demokratların 2026 seçimlerinde Temsilciler Meclisi’nin kontrolünü yeniden ele geçirmesi için makul bir şans var. Dahası, sivil toplum güçlü ve mahkemeler bağımsız olmaya devam ediyor. Birçok kuruluş Trump’ın eylemlerine karşı çıkmak için davalar açmış ve piyasalar Trump’ın ekonomi politikalarından memnuniyetsizlik sinyali vermiştir.
Amerikan yumuşak gücü, Vietnam ve Irak savaşları gibi düşük noktalardan sonra, hatta Trump’ın ilk döneminden sonra bile toparlanmayı başardı. Ancak bir kez güven kaybedildiğinde, onu geri kazanmak kolay değildir. Ukrayna işgalinden sonra Rusya sahip olduğu sınırlı yumuşak gücünü büyük ölçüde kaybetti; şimdi Çin, Trump’ın açtığı boşlukları doldurmaya çalışıyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in söylediği gibi, Doğu Batı üzerinde yükseliyor. Eğer Trump, Amerikan müttefikleri arasındaki güveni zayıflatarak, emperyal arzulara soyunarak, USAID’i dağıtarak, Amerika’nın Sesi’ni susturarak, iç hukuk düzenine saldırarak ve BM kurumlarından çekilerek Çin’le rekabet edebileceğini düşünüyorsa, büyük ihtimalle başarısız olacaktır. Yıktıklarını onarmak imkânsız olmasa da, oldukça maliyetli olacaktır.














