Dalları bastı kiraz
“Mayıs, aynı zamanda kiraz mevsimidir. Bir yazı da kiraz için gerek.” demiş bir okuyucu. Hay hay! Kiraz muhabbetine itiraz etmem. O kadar severim ki çarşıdan pazardan alıp yemekle koca sene biriken hasretim bitmez. Bir kiraz bahçesine dalıp dalından toplamam lâzım. Saatlerce, hattâ günlerce.
“Günlerce nasıl oluyor?” derseniz kiraz bahçesi olan eşime dostuma tebelleş oluyorum mümkünse. Mümkün değilse satın almak için gittiğim bahçede izin isteyip topluyorum.
“Beni yiyeni sapıma çeviririm, arkamdan dut gelmese” dermiş kiraz. Zayıflatıp kanı sulandırıyormuş. Varsın yapsın! Canı sağolsun!
Kirazı, lâleye benzetirim. Böyle bir güzelliğin maalesef kokusu yok.
Ülkemiz, tam bir kiraz cenneti. Doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde yetişiyor. Anayurdu Giresun’un adı, kirazdan geliyor. Bugünlerde semt pazarları rengârenk. İlkbahar sonu, yazbaşı meyveleri, tezgâhlarda yerini aldı. Kiraz ve çilek kırmızısı, yeni dünya ve kayısı sarısı, canerik yeşili yanyana. Bu meyvelere bakarken güneşin ve ateşin enerjisinden doğanın huzuruna, suyun serinliğine geçişi hissedin. Öyle bakın meyvelerin rengine, ağaçlardaki hâllerine.
Ankara’da yaşarken Amasyalı bir ahbâbımız, kiraz sevgimi bildiğinden kiraz zamanı dâvet etmişti. Bu şehirde ve kiraz bahçelerinde çok ilginç hikâyeler biriktirdim. Kiraz toplamayı bırakıp dış kapının mandalı olarak kız görmeye gitmişliğim bile var. Mezkûr âile dostumuzun bir yakını, sırf onlar için neredeyse ceviz büyüklüğünde kiraz veren ağacı ayırmışlar. Kalktık gittik. Aman Allahım! Dallar yerde; kolumuz bile yorulmuyor. O arada bir telefon geldi.
Ey hızara hızara
Dalda kiraz kızara
Ana çağım geliyor
Durma bana kız ara
Misâfir olduğumuz evin oğlu, bekâr. Kız görmeye gidecekmişiz âcilen. Hevesimizi kursağımızda, kirazları dalda bırakıp gittik. Hadi buraya da kirazlı bir mâni gelsin.
Bir dalda iki kiraz
Biri al biri beyaz
Kurban olduğum Allah
Güzeli güzele yaz
Kurban olduğum Allah, bu sefer güzeli güzele yazmamış. Hem kirazdan hem kızdan mahrûm olduk. İçim yandı. Birkaç yıl sonra güzel bir şey oldu. Bahsettiğim delikanlı, kiraz bahçesi olan bir âilenin kızıyla evlendi. “Bekleriz” diye dâvet ettiklerinde kümese bekçi olan tilkiye dönüyorum. Geçen sene bu bahçede bir hafta kiraz toplamaya yardıma gittim. Yardım, bahâne elbet. Maksat, Şemsi Yatsıman’ın dediği gibi, “O datlı günlere dönmek”
Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak
Çaplıdan atlayıp bir üzüm yolsak
Sahabısı dutsa da irezil olsak
O datlı günlere ermek istiyom
Bahçe sâhibi, emekli öğretmen. Yardıma gelenler, emekli müdür, muzaffaf müdür, emekli öğretmen. Çocukluk arkadaşı 60 civarındaki bu insanların kâh kiraz ağaçlarının tepesinde, kâh altında kiraz kadar “datlı” sohbetlerine doyamadım. Bu sene don vurmuş. Dalları kiraz basmamış.
Meyve ve sebzelerin önünde yabancı isimlerin olmasına karşıyım. Napolyon kirazını da öyle sanmıştım. Niye Fransız kralının adı, öz be öz benim olan meyveye verilsin? Meğerse bu isim, Ulubat Gölü'nün eski adı Apolyont’tan geliyormuş. O bölgede yetişen kiraza da adını vermiş. Dili dönmeyen garsonların profiterole profesör/prüfüsür demesi misâli, Apolyont da pazarcı dilinde Napolyon olmuş. Dilerim bu enfes kiraz, güzel bir Türkçe isme kavuşur.
Bir mâniyle bitireyim.
Yaza yaza yaz geldi
Çarşıya kiraz geldi
Biraz daha yazardım
Sayfa bana az geldi














