“Reçetesi sıcak para olanın devr-i saadeti kısa olur”
Cari açığı finanse etmek ve rezerv oluşturmak için sıcak paraya muhtaç olan bir ekonominin, yılanla yatağa giren bir çaresizden farkı yoktur. Çünkü bu yılan, yılan olmanın gereği olarak, er ya da geç yılanlığını yapacak ve sokacaktır.
Sayın Ağbal, merkez bankacılığı ilkeleri gereği, TCMB faiz oranlarını enflasyon oranının üzerine çıkardı ve ihtiyaç olursa, daha da artıracağına herkesi inandırdı.
Sıcak para da mesajı aldı ve en az 20 milyar dolarla geldi.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için sıcak para, gerçek bir yılandır; usulca ülkeye sokulur ve en zayıf anında sokar ve kaçar gider; gitmeyi aklına koyunca kimse durduramaz, her gelişme onun için bir mazerettir.
Ak Parti ve Sayın Ağbal bu anlattıklarımın hepsini bilirler, ikincisi alınan bu kararların çözüm değil, sadece zaman kazandırıcı olduğunu da bilirler; sürelerinin çok uzun olmadığını da…
Müneccimlik ihtiyacı da burada başlıyor: Acaba Lütfi Elvan - Naci Ağbal ekibi bize seçim kazandıracak kadar başarılı olacak mı?
Bu soruyu, her gün sadık seçmenlerinin bir kısmını “kararsızlar”a kaptıran ve seçimi kazanacak kudreti her geçen gün azalan Ak Parti soruyor. Çünkü sorunun cevabını bilmiyorlar (veya biliyorlar), tedirgin ve endişeliler.
Muhalefet de, bir seçim kazanacak kadar yetenekli olmadığının farkında. Ak Parti’yi terk eden seçmenlerin niçin kendilerine gelmek konusunda “kararsız” kaldıklarını bir türlü anlayamıyorlar.
İktidar ve muhalefet, gelecekteki seçimi kimin kazanacağına dair oluşan zihinsel tahterevallinin iki yanında çırpınıp duruyorlar ve geleceği doğru tahmin edecek bir yol bulmaya çalışıyorlar.
Eğer tek bir faktör, mesela “ekonomik gidişat” seçim sonucunu belirleseydi bu konuda ne söylenebilir?
GELECEKTEN HABER ALMA İHTİYACI
Müneccimlik kurumunun ölmediğini ve çağdaş varislerinin iktisatçılar olduğunu söyleyince, bıyık altından gülenleri görüyorum fakat son gülen iyi güler.
Eğer dış borçların GSYH’ya oranı %40 ve altında olsaydı; enflasyonu %7’ye indirmek için yüksek faizlerle kurları baskılamanın yan etkilerine, bir süreliğine, katlanılabilirdi.
Yan etki derken, kredilerin artmasını, ithalatın coşmasını ve yüksek cari açığın oluşmasını kastediyorum. Bu yan etkilerin de yan etkileri var: Artan cari açık kurları artırır, enflasyon artışını tetikler ve ekonomi yönetimini, tekrar faizleri artırmaya mecbur bırakır.
Herkesin bildiği çevrim.
Fakat bu bünye, bu çevrimi bir kez daha çeviremez.
20 yılım kredi komitelerinde dosya değerlendirmek ve kredi karalarının bir parçası olmakla geçti. Ekonomiye bakış açımda, kredi olgusunun ağırlığının yüksek olduğu doğrudur.
Bugün Türkiye’de, toplam nakdi kredilerin %5’i batmış ve %15’i de sorunludur. Silinen veya satılan kredi alacaklarıyla beraber, bu sorunlu kredi bakiyelerinin hacmi yüz milyarlarca TL ediyor. Benim de katkımla…
Hiçbir kredi komitesi sorunlu bir firmaya kredi vermez fakat “değerlendirme hatası” yapar.
TÜRKİYE’NİN FİNANSAL YAPISI KÖTÜ DEĞİL ÇOK KÖTÜ
Eğer Türkiye bir ülke değil de bir anonim şirket olsa, ona, kredi verilir mi?
Yurtiçinde veya yurtdışındaki herhangi bir bankanın kredi komitesinden, Türkiye için, mesela 20 milyar dolar kredi talep etsek, verirler mi?
Vermezler.
Hiçbir banka vermez.
Niçin.
Çünkü yılsonu itibarıyla Türkiye’nin dış borçları 450 milyar dolar ve GSYH’da 725 milyar dolar olacak.
450 / 725 = 0,62
Yani % 62’lik, dış borçların GSYH’ya oranıyla Türkiye, akranları arasında dünyanın en borçlu ülkesidir. Bu haliyle Türkiye’ye kredi vermeyenler, borç oranının iki - üç puan daha artmasına hiç razı olmazlar.
Katar ve Çin swapları dâhil yalnızca 98 milyar dolar olan döviz rezervleri, hem miktar hem de kalite olarak zaten rezalet durumda; olması gereken %40, olan: %22
İster sıcak ister uzun vadeli olsun, farketmez, rezervleri artırmak için bile olsa, faraza, 50 milyar dolar borç alsak, bu defa borç/GSYH oranı % 69’a çıkacaktır.
Doğru yaparken bile kaybetmeye mahkûm bir ekonomi olmaktan çıkmanın, tartışmasız tek şartı var: Bir daha, ASLA, cari açık vermemek.
Kriz yılları hariç, bu, şimdiye kadar hiç mümkün olmadı.