‘Bizim yüreğimizde sevgi gibi bir şey vardı’
Çocukluğumdan beri bütün bayramların zihnimde çok müstesna bir yeri oldu. Evlerde, sokaklarda annelerin, çocukların hemen yanı başında irili-ufaklı sevinç ırmakları aktı hep..,. Bazen de coşkulu denizler dalgalandı.
Sonra gençliğimizin en dalgalı denizlerine açıldık, büyükşehirlerde kalabalıkların arasına karıştık... Ama hayatın bütün acımasızlığına rağmen, çocukluğun masumiyetine hasret kaldı hep bir yanımız...
Bu yüzden de hayatımızın hemen bütün safhalarında yüreğimizi hep ikiye bölerek yaşamak zorunda kaldık. Bir yanda yaşadığımız dönemin, şartların dayattığı acımasız yarış, bir yanda ise üstü küllense de diplerde hala ateşi bitmeyen sevgi diye bir şey...
Açıkçası ben, “Nerede o eski bayramlar” diyenlerden değilim. Eğer yüreğinizin pencerelerini yeterince açmayı becerebilirseniz her dönemde bayramlar başka bir güzeldir. Yeter ki hissedin ve duyun... Her bayram olduğu gibi bu bayram da evlerimize misafir olan bayramı, çocukların duvarların dışına taşan sevinç çığlıklarını yüreğimde hissetmeye çalıştım.
***
Zaman zaman da biraz kenara çekilip kitapların sükunetinde başka bir iklime kulak verdim. Bayrama giderken yanıma Fransızların büyük şairi Rimbaud’un hayatıyla ilgili bir kitap almıştım. Yves Bonnefoy’un ‘Rimbaud’ kitabı, ünlü şairin hayatına ilişkin bilgileri içeriyor. Çocukluğu, gençliği, hayatındaki çılgınlıklar, bunalımlar ve şiirin o muhteşem limanından yeni iklimlere açılan Rimbaud...
Bu yazıda Rimbaud’un şiiri ile ilgili metin okumaları yapmak niyetinde değilim. Ben okuduğum bütün kitaplarda genellikle bazı bölümlerin altını özellikle çizmeye özen gösteririm. Bu kitapta da çizdiğim bölümleri yeniden gözden geçirirken şöyle bir cümleyi tekrar tekrar okumak ihtiyacı hissettim ve yazıma da başlık olarak koydum: “Bizim yüreğimizde sevgi gibi bir şey vardı...”
Bu cümleyi tekrar okuyunca içimden “Galiba bir zamanlar bizim de içimizde sevgi gibi bir şey vardı” deme gereği hissettim.
Evet gerçekten de her zaman yüreğimizde sevgi gibi bir şeyler vardı, ama zor zamanlara uyandık. Artık kimse sevgi üzerine bina edilen bir hayatı çok da umursamıyor. Günümüzde insanların başka sevdaları var... Çünkü yüreklerin birbirine değdiği, paraya, makam ve mevkiye tekabül etmeyen sevgilerin geçen akçe olmadığı zamanlarda yaşıyoruz artık...
***
Elbette böyle bir yaklaşım tarzıyla hayatın sadece ‘sevgi sözcükleri’nden ibaret olduğunu söylemek istemiyorum. Kuşkusuz yaşadığımız hayatın zaman zaman acılı, hüzünlü, sevinçli dönemleri de olacaktır. Önemli olan hayatımızın istikametini belirleyen temel değerlerdir.
Eğer hala içimizde bir yerlerde küllenmiş de olsa sevgi gibi bir şeyler varsa, siyasetten sosyal hayata, ekonomiden kültürel hayata kadar her alanda yeni bir diriliş umudu da var demektir.
/Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların
Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.
Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim./
Arthur Rimbaud