Müslüman aydınların zor sınavı
Cemil Meriç aydın olmanın vasıflarını şöyle tanımlıyor: “Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi, aydını yapan: uyanık şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.”
Bu tecessüs, aydınların konjonktürel değil, sürekli bir tutarlılık çizgisi içinde olması gerektiğine işaret ediyor. Hiç kuşkusuz aydın olmanın en temel vasfı, gelecek kaygısından çok, nasıl bir dünya istediklerini, nasıl bir sistem tasavvurlarının olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktır. Ancak itiraf etmek gerekiyor ki, günümüz Müslüman aydınlarının günübirlik siyasetin dışında, herkesin kendini iyi hissedeceği adil bir dünya tasavvuru kurma konusunda ne mecalleri var, ne de hayalleri...
Oysa Müslüman aydınlar, bu topraklarda yaşanan derin travmalara rağmen adaleti, özgürlükleri, insan haklarını önemseyen bir dünya tasavvuru konusunda önemli bir mesafe almışlardı. Ancak bugün aynı duyarlık içinde olduklarını söylemek ne yazık ki mümkün değildir.
***
Peki, Müslüman aydınlar bugün hukukun üstünlüğüne dayalı adil bir dünya hedefinden vaz mı geçtiler? Elbette hayır, ‘Aydınlar artık adalet istemiyorlar’ gibi bir yaklaşım içinde olamayız, bu haksızlık olur. Belki doğru ifade şu; Müslüman aydınların geçmişte güçlü bir şekilde dillendirdikleri ‘adil dünya’ tasavvurları fululaştı, şimdilerde bu kavramları konuşmaktan çok mırıldanıyorlar...
Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana iktidar erkinin uzağında kalan dindar kesimlerin, özellikle son 25-30 yıllık süreçte çevreden merkeze giden bir fotoğrafı tamamladıklarını söylemek mümkün. Ve
15 yıllık AK Parti iktidarıyla birlikte kendini dindar olarak tanımlayan bu kesimler, kelimenin tam anlamıyla artık iktidar nimetleriyle buluşmuş oldular. Bugüne kadar yönetimde bulunan bütün iktidarlar döneminde olduğu gibi, bu iktidar da ne yazık ki pek çok insanın dengesini bozdu, ama en çok da Müslüman entelektüellerin dengesini bozdu. Bu vesileyle gördük ki, iktidara kolayca eklemlenen Müslüman aydınların heybesinde aslında sandığımız kadar fikri bir derinlik de yokmuş. Oysa iktidarla sınanmanın en zorlu tarafı, asla suçlayıcı bir dile itibar etmeden insanları ve iktidarları yanlışlardan koruyan eleştirel bir bakış açısı ortaya koymaktır.
Unutmayalım, aydınlar toplumun da, siyasetin de bir adım önünde olmak durumundadır. Dolayısıyla siyasetin daha insan yüzlü bir dünya kurmaya dönük hedefleri olması gerektiğini hatırlatmak, gerektiğinde iktidarları eleştirmek aydınların asli görevleri arasında yer almaktadır.
Doğrusu bugün Müslüman aydınların eleştirel anlamda çok da iyi bir sınav verdiklerini söyleyemeyiz. Çünkü adaleti konuşmuyorlar, hukukun üstünlüğünü savunmuyorlar, özgürlükler konusunda hassasiyetlerini kaybetmiş durumdalar, ehliyet ve liyakatin önemini yeterince yüksek sesle söyleyemiyorlar.
Eğer Müslümanların küresel ölçekte bir iddiaları olacaksa, Müslüman aydınların adalet kavramından hukukun üstünlüğüne, insan haklarından bilimsel özgürlüğe, toplumsal refahtan teknolojik gelişmelere kadar her alanda söyleyecek sözleri olmak zorundadır.
***
Maalesef entelektüellerimiz yorgundur, bırakın siyasete yeni hedefler göstermeyi, yüksek sesle konuşmaya bile mecalleri bulunmamaktadır. Geçmişte büyük iddialarla ortaya çıkan Müslüman aydınların bugün, neredeyse kahir ekseriyetinin kültür-sanat, bilim, siyaset, felsefe alanlarında İslam’ı ve insanlık değerlerini içselleştirerek topluma nefes aldıracak yeni yaklaşımlar ortaya koymak gibi bir dertleri yoktur. Çok vahim bir tablo ama, aydınlarımızın önemli bir bölümü, tıpkı Uhud savaşındaki okçular gibi mevzilerini terkedip ganimet peşine düşmüş durumdadırlar.