Tarihin değişmeyen geleneği: Hukuka mesafeli duruş...
Yüzyıllar boyunca insanoğlu krallıktan padişahlığa, sultanlıktan komünist diktatörlüklere kadar pek çok yönetim biçimlerini denemiş ve bu vesileyle sayısız tecrübeler yaşamıştır. Ama bütün dönemlerde insanlığın arayışının bir tek hedefi olmuştur: Adalet...
İnsanlık tarihinin yüzyıllara dayanan serüveninde zalim krallar, despotik liderler, adaleti önemsemeyen padişahlar olduğu gibi adaletle hükmeden krallar da, padişahlar ve sultanlar da hep var ola gelmiştir. Yaşadığımız yüzyıldan geriye doğru bakarken, dünyada hüküm sürmüş yönetim biçimlerinin yöneticilerinin isimlerinin kral, padişah ya da sultan olmasına bakarak değil, insanların haklarının, hukuklarının ne ölçüde korunduğuna bakarak değerlendirme yaparız.
Şimdi demokratik dünya dahil pek çok ülkede özellikle popülist liderler, hızlı icraat yapmak adına hukukun etrafından dolaşarak kısa yoldan sonuca gitmeyi tercih ediyorlar. Bu yüzden de modern hukuk sisteminin temelini oluşturan ‘denge-denetleme’yi icraatlarının önünde adeta bir pranga olarak görüyorlar.
Mesela Macaristan’da Victor Orban, Polonya’da Jaroslaw Kaczinsky yüksek mahkemeyi siyasal iktidarın kontrolüne alabilmek için akla hayale gelmeyecek senaryolar üretiyorlar.
Uzun süredir ‘yargının yozlaştığı’ iddiasını dillendiren Polonya’nın sağcı Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) Anayasa Mahkemesi’ni ele geçirmek için “bir gece yarısı” AYM’ye beş üye birden seçti.
Polonya’da muhalefet ve geniş toplum kesimleri, PiS hükümetinin yüksek yargı organlarına üye seçim kurallarını düzenleyen yasa değişikliklerine karşı protestolar düzenliyorlar.
Sonunda cumhurbaşkanı Duda hafta başında yaptığı açıklamada, iktidarın yargı darbesine dur dedi, yasayı veto etti. Cumhurbaşkanı Duda’nın “Değişiklikler halkı ve devleti ikiye bölmeden yapılmalı” ifadelerini kullanması dikkat çekiciydi.
Bu arada, Polonya’daki yargı darbesinden rahatsız olan AB yetkilileri de tasarıyı, yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle kınamıştı.
Hatta Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans bir adım daha ileri giderek, Brüksel’in hukuk devleti aleyhine atılan adımlara karşı Polonya’yı birlikteki oy haklarından yoksun bırakabileceği tehdidinde bulunmuştu.
Görüldüğü gibi Avrupa’da da hukuka karşı ‘kara senaryolar’ bitmiyor. Bilindiği gibi Amerikan Başkanı Trump da ‘kuvvetler ayrılığı’ işinden fena halde rahatsız... Ama Amerikan yargısı bir şekilde Trump’ı dengeliyor ve denetliyor.
Oysa demokrasinin sürdürülebilir olması için halkın iradesinin seçim yoluyla yansıması ne kadar elzemse, denge ve denetlemeyi sağlayacak kuvvetler ayrılığı da o kadar gerekli ve hayati bir öneme sahiptir.
Ama ne yazık ki tarih boyunca iktidarlar kendilerini denetleyecek hukuk gücüne karşı hep mesafeli durmuşlar, hatta mümkünse yargıyı kendi kontrollerine almayı tercih etmişlerdir. Bunu yaparken de hep ‘istikrar’ denen o sihirli kelimeye sığınmışlardır.
Maalesef İslam toplumlarının geri kalışının temelinde de adaletin tecelli sorunu bulunmaktadır. Müslüman alimlerin herhangi bir yüzyılda üzerinde ittifak ettikleri bir meselenin bir daha tartışmaya ve değerlendirmeye alınmaması şeklinde uygulanan icma fikri, zamanla hukukun donmasına yol açmış ve yeni hukuki yorumların önü neredeyse tümüyle kapatılmıştır. Daha da dramatik olanı, içtihad gibi bir genişleme ilkesinin önü kapatıldığı için İslam hukuku gelişememiş ve geleneksel İslam anlayışı giderek otoriteryenizmin temeli haline dönüşmüştür.