Avrupa açılımı…

Türkiye uzun ve sarsıntılı bir dönemin ardından “Batı” ile olan ilişkilerini normalleştiriyor. Amerika ayağında S-400 krizi büyük ölçüde atlatılmışa benzer. Suriye sınırındaki güvenli bölge konusunda da belli ki Türkiye’yi tatmin eden bir uzlaşmaya varıldı. F-35 teslimatının ve üretim sürecinde yer alışımızın askıya alınması doğal olarak sıkıntı yaratıyor ama onun da aşılabileceğini göz ardı edemeyiz. Hepsinden önemlisi de Rahip Brunson, Hakan Atilla ve onlarla bağlantılı sorunlar geride kaldı.

Avrupa ayağında da ilerleme, normalleşme var. Cumhurbaşkanı Erdoğan vize serbestisini tıkayan altı konuda, ki birinde, biyometrik pasaportlarda zaten yeterli çaba gösterilmişti, adım atılacağının vurguluyor. Adalet Bakanı Gül de yargı reformu yapılacağını söylüyor. İlişkilerin önünü tıkayan Kıbrıs sorunu konusunda da havanın yumuşaması mümkün. Cuma günü KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile GKRY Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in görüşmesi, görüşebilmesi önemliydi.

Ancak sorunlar bitmedi sadece biraz daha yönetilebilir hale geldi. İki taraf da birbirine güvenmiyor. ABD hala FETÖ konusunda bir adım atmış değil. PKK/PYD’den vazgeçeceğine dair de hiçbir işaret bulunmuyor. Ayrıca İran gerilimi yakında Türkiye için sonuçlar doğurabilir. Trump’ın Kudüs tavrı ya da damadının hazırladığı “Barış Planı” ilişkileri bir kez daha sarsabilir. Avrupa cephesindeki en büyük yapısal sorunsa popülizm olarak adlandırılan milliyetçiliğin, ayrımcılığın yükselişi. Kıbrıs sorunu ve sorunun türevleri de AB ile olan ilişkilerimizin kapanmayan yarası.

Zaten muhtemelen bu nedenlerle Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Büyükelçiler Konferansı’nın açılış oturumunda Avrupalı müttefiklerimizi ve ticari ortaklarımızı sert bir dille eleştirdi ve “Asya Açılımı” müjdesini verdi. Her ne kadar içeriği, stratejisi tam belli olmasa da bu açılım inisiyatifi bir süredir Türkiye’nin Rusya ve Çin’e duyduğu yakınlığı daha da pekiştireceğe, işbirliği imkanlarını arttırmaya yönelik olacağa benzer. Umarız bu sadece söylemde kalmaz Türkiye Asya’nın dengelerini iyi analiz edip doğru bir açılım stratejisi geliştirir.

Türkiye’nin çok boyutlu bir stratejik vizyona, her kıtadaki ve her türlü bloklaşmadaki imkanları kullanmaya ihtiyacı var. Ama sanırım en çok da Avrupa ile yakınlaşmaya, işbirliği olanaklarını arttırmaya. Çünkü ABD ile sorunlarımızı aşsak da, Rusya ile yakınlaşsak da iki büyük güce de güvenmemiz, güvenliğimizi onlara teslim etmemiz gerçekçi değil. ABD bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bizden anlık politikalarına uymamızı, çıkarlarımızı onun için feda etmemizi isteyecek.

ABD ile hep mücadele, sürekli pazarlık etmek zorunda kalacağız. Elimizdeki NATO üyeliği kozu, ittifak değiştirme keyfiyeti de eğer bu ülkeyle tek taraflı bir güvenlik işbirliği içinde kalırsak yakında anlam ifade etmeyecek. NATO’ya giderek daha az önem atfeden Amerika bize en basit askeri teknoloji transferi için bile direnecek, kendisiyle ast-üst ilişkisi içinde kalmamızı talep edecek. Türkiye’yi hep olduğu gibi kendi başına değil bir bölgesel vizyonun parçası olarak görecek.

Rusya’nın farklı davranmasını beklemek de gerçekçi değil. İlişkilerimizdeki bahar havası kalıcı olmayabilir. NATO üyesi Türkiye ile pazarlık eden, Atlantik ittifakını dağıtmak için Türkiye’nin çıkarlarına ve beklentilerine hitap eden Rusya’nın her zaman böyle kalacağını, geçmişteki politikalarına dönmek istemeyeceğini garanti edemeyiz. Rusya Türkiye için önemlidir ama güvenliğini emanet edebileceği bir güç olamayabilir. Çıkarlarımız her zaman, her alanda örtüşmeyebilir. Çin derseniz her anlamda çok uzakta.

Türkiye’nin pazarlık gücü büyük ölçüde NATO’ya üye olmasından kaynaklanmaktadır. ABD NATO’dan kopmasın diye, Rusya NATO’dan kopsun diye Türkiye’nin optimum çıkar ve beklentilerini karşılayacak adımlar atmaktadır. Türkiye NATO üyesi olduğu için Batı’dan da Doğu’dan da askeri bir tehdit algılamamaktadır. Bir tarafa karşı üye olmanın imkanlarından, diğer tarafa karşı da ittifakın giderek azalsa da caydırıcılığından yararlanmaktadır. NATO Türkiye için çok fonksiyonlu, çok boyutlu bir güvenlik örgütüdür.

Fakat artık bu örgüt doğal ömrünü tamamlamaya başlamıştır. Bir yandan ABD’nin giderek daha fazla Çin’e ve Asya’ya bakması, diğer yandan Avrupa’nın kendi güvenlik zafiyetlerinin idrakine varması ittifakın bitmesine değilse bile içinin boşaltılmasına yol açacağa benzemektedir. Almanya-Fransa aksındaki askeri bütünleşme çabaları, PESCO gibi mekanizmaların yaratılması, Kuzey Akım’dan İran politikasına kadar farklı alanlarda ortaya çıkan köklü çıkar çatışmaları Atlantik İttifakını zorlayamaya adaydır.

***

Bu yüzden Türkiye’nin kendini NATO sonrası dünyaya hazırlaması gerekmektedir. AB’ye üye olamasak da, Türkiye’nin AB ile olan güvenlik ve siyasi işbirliğini derinleştirmesinde, kendinden kaynaklanan AB’nin normatif yapısıyla uyuşmayan sorunlarını çözmek için adım atmasında, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunu ilişkilerin gündeminden atılım yaparak çıkartmasında, Doğu Akdeniz ve Ege gibi bölgelerdeki iddialarını hukukileştirmesinde yarar vardır.

Kıbrıs sorunu çözülemese, AB bizi kimliğimiz, aidiyetimiz yüzünden üyesi olarak görmek istemese bile güvenlik işbirliğini geliştirmemiz mümkün olabilir. Bu, ne Asya’ya açılmamıza, ne Rusya ile yakınlaşmamıza, ne de ABD ile barışmamıza engeldir. Sadece çok boyutlu bir politikanın, güvenliğimizi daha sağlam temellere bağlamanın aracıdır. Yapabiliriz, yeter ki isteyelim. İyi, mutlu ve huzurlu bir bayram geçirmeniz dileğiyle…

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum