‘Popülist’ siyaset yükselirken…

Popülizmin pek çok tanımı var ama bence en kestirmesi ve kapsayıcı olanı “yerleşik düzenin var ettiği, verili olarak kabul ettiği konsensüsü kabul etmeyen siyasi anlayış”. Ve tabii ki popülizm aynı zamanda yerleşik düzenin pek hoşlanmadığı, kavramsallaştırma ile hor gördüğü bir siyaset yapış tarzı. Kısacası içeriğini beğensek de beğenmesek de bir meydan okuma.

Popülizm population’ın, yani halkın taleplerini önemsediği için demokratik, ancak pek çoklarına göre liberal değil. Çünkü çoğu “popülist” azınlık haklarını ciddiye almıyor, bireyden ziyade grubu ön planda tutuyor. Kendini parçası olmadığını varsaydığı yerel ve/veya küresel yerleşik düzen karşısında tanımlıyor. Gerçi sağ ve sol popülizm arasında fark var ama dışarıdan bakanlar genellikle bu tür fakları sınıflandırmanın selameti için görmezden geliyor.

***

Araştırmacıların on yıllardır, hatta eski Roma ve Yunan’a geri gidecek olursa yüzyıllardır popülizm üstüne söylediği çok şey var. İsteyenin popülist siyasetin neye benzediği, nasıl sınıflandırılabileceği, ne şekilde tanımlanabileceği hakkında okuyabileceği geniş bir literatür mevcut. Tahmin edebileceğiniz gibi konu da, kavram da son derece tartışmalı. Demokrasi nerede başlar, popülizm nerede biter, hatta popülizm doğru bir kavram mıdır hepsi sorgulanıyor.

Fakat doğru veya yanlış bu kavramla tanımlanan siyaset yapış biçimi dünyada giderek daha fazla ağırlık kazanıyor. Giderek daha çok ülkede “popülist” denen parti ve liderlerin iktidara geldiği görülüyor. Foreign Affairs’in son sayısına yazan Cas Mudde’ye göre Yunanistan, Macaristan, İtalya, Polonya, Slovakya ve İsviçre’de popülist partiler ya iktidarda ya da iktidar ortağı. Birkaç gün sonra Avusturya’nın da açıkça ırkçı ve ayrımcı bir cumhurbaşkanı olabilir.

Macaristan’ın durumu ise en ilginci. İktidardaki Fidesz de, muhalefetteki Jobbik de popülist. Finlandiya, Litvanya ve Norveç’te popülist partiler hükümet ortağı. Trump’ın siyaset yapma tarzı da popülist olarak adlandırılıyor. Batı dünyası dışında da bu tür lider ve partilere rastlamak mümkün. Filipinler iyi bir örnek. Latin Amerika’da da emsaller mevcut. Putin de pek çokları açısından tam bir popülist.

Peki ne oldu da bu tür siyaset yapma anlayışı daha etkin, daha yaygın oldu? Newsweek editörleri son sayılarında eşitsizliğin, kaynak dağıtımındaki adaletsizliğin popülizme yol açtığını söylüyorlar. Gerçekten de milyarlarca insan çalışacak iş, yiyecek aş bulamazken dünyanın en zengin 10 kişisi Forbes’e göre 505 milyar dolarlık bir servete hükmediyor.

Popülizm bu eşitsizliğin nedenlerine inmeden yarattığı huzursuzluktan, mutsuzluktan yararlanıyor. Zamana ve mekana uygun “sorumlular” bularak yerleşik düzenden mutsuz kitleleri mobilize edebiliyor. Sorumlu bazen Brüksel bürokrasisi, bazen güçlü bir devlet, bazen de Suriyeli ya da Meksikalı göçmenler olabiliyor.

Mudde, Avrupa popülizminin günümüzdeki yükselişini biraz da sağ ile sol ana akım partiler arasındaki söylem ve siyasetin yakınlaşmasına, birbirine benzemesine bağlıyor. Bir başka neden de “başka çare yok” kolaycılığı. Yerleşik düzenin politikacıları var olan toplumsal, bölgesel, kimi zaman da küresel konsensüsü bozmamak için siyasi seçeneklerinin sınırlı olduğu varsayımından yola çıkıyor, popülist denen partilere yer açıyor.

Popülizmin başarısız olduğunu söylemek mümkün değil. Üstelik bu tür siyaset yapış biçimi gelip geçici bir hevese de benzemiyor. Konjonktürün yarattığı fırsatlarla sağ ve solun marjinal kabul edilen parti ve liderlerinin başlattığı bu akımdan yerleşik düzenin partileri de etkileniyor. Fransa’da Fillon’un Cumhuriyetçi Parti ön seçimlerini kazanması aslında baba-kız Le Pen siyasetinin başarısı. Aynı şey UKİP için de geçerli.

***

Görünen o ki bir popülizmin başarısı diğerini teşvik ediyor, hem ülke içinde hem de ülke sınırları dışında “popülizm” siyaset yapmanın temel biçimi haline dönüşüyor. İçeriden bakanlar demokrasinin daha doğrusu yerleşik düzenin koyduğu kurallardan olan temel hak ve özgürlüklerin geleceğinden endişe ediyor. Dışarıdan bakanlar ise popülist siyasetin egemen olduğu bir dünya güvenlik dengesinin nasıl sağlanacağından.

Her ikisi de meşru endişeler. Temel hak ve özgürlükler, azınlık ve mülteci hakları da önemli, dünya siyasetinde dengenin, düzenin nasıl sağlanacağı da. Her ikisi hakkında da düşünmemiz gerekiyor. Ama galiba ilki, ikincisinden daha fazla düşünülüyor. Oysa ikincisi de tehlikeli. Diğerlerini bir kenara koysak bile unutmayalım ki nihayetinde Putin ve Trump’tan bahsediyoruz…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum