Büyük mesele

Herkes her gün’ büyük’ düşüncelerle, meselelerle iştigâl etmiyor.

Dünyayı kurtarmak değil, milyarlarca insanın derdi. Çok daha başka, küçük, minicik şeylerle uğraşıyor ‘büyük insanlık.’

Ev kirası, çorba parası, baş ağrısı, kalp ağrısı, nezle, çocuğa ayakkabı, banyoya şampuan, varsa arabaya benzin yoksa akbile kontör, kart borçları vs.

Bir de küçük insanlarla uğraşan insanlar var. Otopark kavgası, kapanmayan çukurlar, açılmayan telefonlar, cevap verilmeyen çağrı merkezleri, laf anlamayan müşteri temsilcileri, vidayı iyi sıkmadığı için başınıza işler açan her türden tamirciler, yanlış gelen faturaları düzeltilirken çekilen işkenceler vs vs.

Ve ömürler bu küçük meselelerle uğraşadurup yavaşça biterken ıskalanan büyük meseleler. Artık yerine konulamayacak bir gül. Ne olmuş? Vazo kırılmış. Uçup giden bir anlam. Ne olmuş? Elinin körü olmuş.

Toplum denen cehennem her kafada başka türlü kanıyor.

Bu sebeple büyük meseleden söz açan birini görünce dikkat kesiliyorum hemen.

Çok geçmiyor şeker hastası bir vatandaşla daha karşı karşıya olduğumu hemen görüyorum.

Zıplamalar, kızıp bağırmalar, derin kırgınlıklar, şu bu.

İnsanız işte, her şey bizim için. Hepsi gelir başımıza, hepsi geçer ölünce.

Sana çektiren de ölümlü, unutmuş olmalı bunu, nedir ya hu?

Gelgelelim büyük meseleye. Var, hep var oldu, hep de var olacak.

Ama hepsinin gelip düğümlendiği yer, kendimiz olmak. Çok basit bir şey gibi duruyor, öyle değil mi? Altı üstü kendimiz olmak işte. Ama hadi ol olabiliyorsan. Seni ne kendine, ne de kendin olmaya bırakıyorlar. Kendiniz olduğunda da iş bitmiyor, yeni başlıyor; iyi olmak, adaletli olmak, güzel olmak. Nasıl olacak?

Daha sokakta otopark meselesini halledememiş bir sosyal cehennemin içinde debelenip dururken, gözükaradönmüş çapaçulluklarla mı âleme nizâmat verilecek?

Ben de isterdim küresel bir adalet terazisinin kefelerini parlatmayı, dirhemlerinin, okkalarının tozunu almayı.

Ama daha yoksulla varsılı aynı kulakla dinlemeden, sesi çıkanla çıkmayanı ölçüp biçmeden nasıl olacak bu işler?

Trump’ı da, kraliçeyi de, Putin’i de içinde eritecek bir iyilik ateşi yakabiliyor musun, yakamıyor musun?

Cürmün varsa o kadar yer yakabiliyorsun nihayetinde. Aman dikkat et de kendini yakma. Kolay bulmadık seni adamım.

Çamur desenli ebrular

Dostlarımızdan ‘Boşnak Süleyman’ gerçek anlamda bir kitap kurdu. Geçenlerde psikopatlarla ilgili bir kitap okumuş. Karamsarlığa kapılmış biraz. “Yahu” diyor, “hatıralarımı şöyle bir yokladım da, ne kadar çok psikopatla muhatap olmuşum meğer.”

Pek de haksız değil dostumuz. İnsanız; okuduğumuz kitaplar, yaşadığımız olaylar, hatıralar nedeniyle karamsarlığa kapılabiliriz.

Ama bardağın bir de dolu tarafı var.

...

Yıl 1987. TRT’de iki yıl devam edecek olan ‘Merhaba Çocuklar’ isimli bir program hazırlamıştık. Bünyesinde mini dizilerimiz de vardı.

Bendeniz bu projenin metin yazarı/senaristi idim. Dizilere oyuncu seçmek için bir mülakat düzenlemiştik. Seçilemeyen çocuklardan birinin annesi Aylin Hanım idi. Bu vesileyle tanış olduk kendisiyle.

Aylin Hanım bir bankada müdireydi. Çocuklarından biri lösemiden kaybetmişti hayatını; sevimli, hüzünlü anılar bırakarak.

Bir de ebru bırakmıştı. Yarım kalmış bir ebru. Elişi ödevi.

Aylin Hanm bu hatıranın tesiriyle ebru kursuna kaydoldu. Zamanla, lösemili çocuklar yararına bir sergi açmayı hayal etmeye başladı.

Arada bir uğrar, gösterirdi çalışmalarını. Ebrudan pek anlamam. Ama onun çalışmalarındaki suyun renklerle ahengi bir başka gibiydi. Her nakışta hafifçe dalgalanan su, atılan rengarenk rengarenk nakışlar, lösemili çocuklara doğru usulca süzülmekteydi sanki.

Aylin Hanım’ın ebru hocalarından biri Mustafa Düzgünman isimli bir yaşlı bir ebruzendi. Bir başka gezegenden gelmiş bir gönül adamı.

Aradan birkaç yıl geçti. Bu azimli çalışmalar meyvesini vermeye başlamıştı. Düzenleyeceği, ilk sergi Aylin Hanım’ın hayatının en anlamlı olayı olacaktı. Yıllarca uğraşıp bir iş başarmanın, bu başarıyı bir ulvi amaç için kullanmanın verdiği mutluluk ne ile ölçülebilirdi ki? Özellikle de çocuklar söz konusu olunca.

Ne var ki bu hayali yarım kalıverdi.

Düzgünman’ın atölyesine giderken trafik kazası... Bir kavşakta, minibüsün çarpması sonucu... Yağmurlu bir günde... Ebrulardan birkaçı çamurlu sulara bulanmış.

Birkaç ay sonra, kızkardeşiyle birlikte ebruları alıp Düzgünman’a gittik. Kazayı öğrenen üstâd pek hüzünlendi. Ebruları dikkatle inceleyerek:

“Hepsi birbirinden güzel; ama şu çamurlu suların oluşturduğu desenler bir başka güzel, birer ebru harikası” dedi.

Çamurlu sulardaki deseni farketmek... Çamur lekelerinin içindeki güzelliği farketmek! Yaşlı ebruzenin hayata ve olaylara bakışından kaynaklanan bir yaklaşım!

İyimser olmamız için pek çok nedenimiz var sanıyorum zira Düzgünman gibi insanların var olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

...

Aylin Hanım’ın hüzünle noktalanan ebru serüvenini de bir çizgi roman bünyesinde senaryolaştırmayı düşündük. Ne var ki o da yarım kaldı.

Hayat bu. Yarım kalmayan ne varki efendim.

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum