Kulaklarımız kapaksız

Günlük hayat içerisinde aşırı asabî olduğumuz anlar var. Bazan trafikte, bazan işyerinde, bazan da bir alışveriş sırasında birden sesimizi yükselttiğimiz zamanlar oluyor. Bunun sebepleri tabii ki muhtelif. Ama kimi anlarda en sevdiğimiz insanla dahi konuşurken kendimizi tutamayıp bağırmaya başladığımız bir gerçek.

Bazan neşeden de bağırır insan. Bazı sevinçler vardır çığlık attırır, ama o bir anlıktır. Bir gerilim ya da öfkeye bağlı bağırma ise dakikalarca sürebiliyor. İnsandan ya da başka şeylerden yükselen rahatsız edici seslere karşı genellikle korumasız durumdayız. Gözlerimizde olduğu gibi kulaklarımızda bir kapak yok.

Gürültü ve yüksek volümlü sesler dünyası artık katı bir gerçeklik. Kendi özel ses ya da sessizlik alanını oluşturmak isteyenleri, her yerde, kulaklarındaki değişik çap ve kalitede kulaklıklarla görüyoruz.

Gerçek ve doğal anlamda sessiz, uğultudan uzak bir atmosfer için şehirden en az 50 kilometre uzaklaşmak gerekiyor. Gürültünün bir bedeli var, sessizliğin de.

Televizyonlardaki tartışma ortamında olmazsa olmazmış gibi mutlaka bağıran birileri oluyor. Kimse bağırmasa bile, aradaki reklam cıngıllarının çirkinliği kulakları bezdirmeye yetiyor.

Siyasetçiler derseniz genellikle dev ses kolonlarının arkasından konuşuyorlar. İyi ama bütün bunların bir açıklaması yok mu acaba.

Geçenlerde şair psikiyatrist dostum Kemal Sayar’ın bir yazısında ilginç bir cümleye rastladım, şöyle diyordu ve belki de cevap buydu:

“Yüzyıllar önce bir üstat öğrencilerine sorar : “Öfkelendiğimizde neden bağırırız?” Öğrencilerin hiçbiri doğru dürüst cevap veremeyince üstat kendi sorusunu cevaplar: İki insan birbirine öfkelendiklerinde, kalpleri birbirine uzaktır ve o mesafeyi aşmak için birbirlerine bağırmaları gerekir. Ama birbirlerini seviyorlarsa, bağırmazlar ve yumuşak bir ses tonuyla konuşurlar, çünkü kalpleri yakındır. Birbirlerini daha da sevip ruh yoldaşı haline geldiklerinde, fısıldamalarına bile gerek kalmaz, çünkü birbirlerine baktıklarında her şeyi anlayabilirler.”

Şimdi ne zaman bağıran birilerini görsem, muhatabıyla aralarındaki mesafeyi düşünüyorum.

Kalpten kalbe

Dünya Kadınlar Günü geldi ve geçti.

Gün geçti sorunlar duruyor.Konuyla ilgili milyon defa söylenen her şeyi yeniden söylemek lüzumsuz, zaten çoğunu da duymuşsunuzdur.

Sözler, yaklaşımlar dışında, bir de ‘etkinlikler vardı tabii. Bu özel günlerde yapılan özel etkinliklerin etkisinin de normalden 10 veya 12 kat az olduğu başka bir vakıa.

Neyse, asıl söylemek istediğim şu: 8 Mart’ta gündeme gelen ‘insanî’ bir şey vardı: Bir kadının Cumhurbaşkanı için dile getirdiği “benim ömrümden al ona ver” mealindeki duası hem Cumhurbaşkanını, hem de kendisiyle yapılan televizyon röportajında o kadını ağlattı.

Yaşanan bu gözyaşı diyaloğu “ancak kalpten çıkan kalbe ulaşır” hükmünü bana yeniden hatırlattı. Böyle bir dua kime yapılsa, dua edenin ömründen hiç eksilmese bile, dua edilenin hayatında bir inşirah, bir genişleme hissinin oluşmaması mümkün değil. Kaçımızın hayatında böyle içten bir dua eden birisi var acaba? Olanları, elimde olmadan kutlarım.

Pazarda tırtıklanan paralar

Biliyorsunuz bankalar sizi çok seviyor. Bankaların, değişik işletme ve mekanlarda bulunan pos ödeme cihazları, son zamanlarda bu sevginin tezahürü olarak yeni bir kolaylık daha sağladı.

Buna göre ödeyeceğiniz meblağ küçükse, cüzdanınızdan çıkardığınız banka kredi kartını pos cihazına şöyle bir yaklaştırıyorsunuz ve başka bir işleme gerek kalmadan, o pos cihazı o küçük meblağı sizden tahsil ediyor.

Ama kazın ayağı perdeli.

Her türlü bilişim teknolojisini takip eden uyanık dolandırıcılar, bu kolaylığın üzerine balıklama atladılar ve ortaya şöyle bir durum çıktı: özellikle kalabalık alışveriş merkezleri ve pazarlarda siz gözünüz vitrinlerde/tezgâhlarda dolaşırken arkadan size çaktırmadan yaklaştırılan bir pos cihazıyla kartınız arasında elektronik bir iletişim kuruluyor ve bilin bakalım ne oluyor? Evet tahmin ettiğiniz gibi sizden küçük meblağlar itinayla tırtıklanıyor.

Durumu ya hiç farketmiyorsunuz, ya da farkettiğinizde o meblağı geri almak için içine gireceğiniz bürokratik ve hukukî macerayı göze alamayıp bir bardak soğuk su içiyorsunuz.

Âfiyet olsun.

Ahmet Oktay’ın ardından...

Ahmet Oktay (1933-2016)

Geçtiğimiz günlerde 83 yaşında hayatını kaybeden şair ve eleştirmen Ahmet Oktay Börtecene’yi, bir başka şair Celal Fedai’ye sordum. Çünkü şair Fedai’nin doktora çalışmasının merkez ismi Ahmet Oktay idi.

-Sayın Fedai, Ahmet Oktay’ı tek cümleyle ifade etmek isteseniz ne söylerdiniz?

-Şiirini imgeleminden ziyade intellektiyle yazan Oktay, eleştiride Marksist normu kendisine bir yol olarak seçer.

Lakin Sezai Karakoç’u takdir edecek kadar da adalet duygusuna sahiptir.

Celal Fedai -Şair-

CNR Kitap Fuarı’nın adı, Yeşilköy Kitap Fuarı olarak değişsin. Bir yazar adı da olabilir.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum