Kemal Tahir’in Türkçe namusu

Bu yazının konusu, bir yazı talebi üzerine Kemal Tahir’in dil anlayışı üzerine yaptığım okumalar olacak. Bilindiği üzere yazarımızın vefatından sonra terekesinden çıkan notlar konularına göre tasnif edilerek dosyalar halinde kitaplaştırılmıştır. Bu işte Cengiz Yazoğlu’nun çabası unutulmaz. Notlar’ın 3.cildi Dil Dosyası oldu. Hece dergisinin Ocak 2012’de yayımlanan Türkiye’nin Ruhunu Arayan Aydın: Kemal Tahir özel sayısında yetkin öykü ve deneme yazarımız Necati Mert’in söz konusu dosyadan yararlanarak kaleme aldığı “Kemal Tahir’in dil anlayışı, dili ve üslubu “başlıklı yazısını esas alarak, ünlü yazarımızın âdeta bir namus meselesi olarak gördüğü Türkçe hassasiyetinin özünü kavramaya çalışalım. Aziz dostum Necati Mert’in titizlikle ve başka kaynaklara da başvurarak hazırladığı yazısının önemli gördüğüm kısımlarını paylaşmadan önce iki hususa değineyim.

“Bilgilerini, çalışmalarını onurlu işlere yöneltmeyen kişiler gibi toplumlar da hem gövdeleri hem de ruhlarıyla er geç çürümeye mahkûmdurlar” diyen Kemal Tahir toplumumuzu çürütme çabalarına karşı onurlu bir direniş sergilemiştir. Gençliğinde Kemalizm, bilahare sosyalizm dünya görüşü olmuşsa da, batılılaşmanın bir kolu mahiyetindeki, çeviri sosyalizme karşı çıkmış, düşüncesinin omurgasını tarihimiz ve toplum gerçeklerimiz teşkil etmiştir. Bu yönüyle ‘ilericilik’ şablonuna ters düşerek kendi kampı ile yollarını ayırmış, düşmanlıklarını kazanmıştır. Cumhuriyet’in ve ‘yoldaşlarının’ Osmanlı karşıtı tutumuna cesaretle karşı koymuş, özellikle Devlet Ana romanıyla ‘kerim devlet’ anlayışını öne çıkarmıştır. Osmanlı gerçeğini İslâm üzerinden değil, ‘devlet’ vurgusu yaparak benimsemesi ideolojisinin ayak bağı olarak görülebilir.

Sanatçılığı bir yana, düşünür olarak ayırt edici bir vasfı da yaygın sol anlayışın rağmına Türkçe üzerine oynanan oyunlara karşı çıkması olmuştur. Dil yazılarında Wilhelm Humboldt’tan aktardığı; “Milletlerin karakterleri ve kültürleri dillerinden araştırılmalıdır “sözünden hareketle, ‘öztürkçecilik ‘cereyanını karakterimiz ve kültürümüzü yozlaştırmaya dönük bir sapkınlık olarak görmüştür.

Özel sayının Sunuş’unda belirtildiği üzere, “Her zaman kitabın ortasından konuşan bir aydın dili ve üslûbuyla yazmış ve konuşmuştur.”

***

Necati Mert’in yazısının izini sürerek Kemal Tahir’in dil bahsindeki görüşlerine odaklanalım. Ona göre, “Dil meselesine karışan herkes ilk önce dilden ne anladığını bildirmek zorundadır.” Dilden ne anladığına gelince… “Dil milletle beraber doğar, gelişir ve millî form kazanır. Dil, insanlığın bir iç ihtiyacından doğmuş, her millet kendi dilini içinde bulunduğu kültür ve toplum hayatına bağlı geliştirip, zenginleştirmiştir. Düşünce dil iledir. Düşüncenin zekâ ürünü olduğu kabul edilse bile yaşayabilmesi ancak sözcükle ve cümleyle mümkündür.”

Kemal Tahir’in dil konusunda kendine özgü bir hususiyeti de kelimeye değil, cümleye vurgu yapmasıdır. Öztürkçecilere karşı çıkmasının bir gerekçesi de dili kelimeye indirgemeleridir. Oysa dil kelime değil cümledir, cümle içindeki kelime cemiyet içindeki fert gibidir.

Mert’in ifadesiyle, “Cümleye öyle inanır ki Kemal Tahir, Osmanlı Türkçesindeki gibi yabancı sözcükler yüzde doksan beşe kadar çıkabilir, cümle kuruluşu zedelenmedikçe dilin zarar görmeyeceğini söyler.”

Harf inkılâbı ile dil inkılâbını birbirinden ayırır, ilkini mümkün ikincisini imkânsız görür. Gerçi “Latin alfabesini almakla 400.000 yazma, 200.000 basma kitaptan vazgeçilerek korkunç bir hovardalık yapıldığı” notunu da düşer. Dil inkılâbı karşısındaki tavrı nettir: “Diller, büyük diller madem kolektif tarihten gelmektedirler, canlı kurumlardır öyleyse, hiç kimsenin keyfiyle gelişme yollarından saptırılamazlar. Umumi konuşma ve yazı dilinde inkılâp olmaz. Milyonların konuştuğu kelime ve deyişler attırılıp yerine başka kelimeler kullandırılamaz. Böyle bir teşebbüsle ancak birkaç kişi arasında argo yaratılabilir. Halk yine eski dilini kullanır. Bugün lisanın sadeleşmesi Arapça ve Farsçadan Çağataycaya geçmekle değil, yeni medeniyet dünyasının zaruretlerine intibak etmekle mümkün olacak.”

Dildeki gelişmenin asıl kaynağının edebiyat olduğuna dikkat çeker ve “… her bağımsız yazar, kendi endividüalitesini (Fransızca bildiğini ihsas edercesine, şahsiyetini demiyor) dilinde tespit etmekten sakınmadığı için farkında olmadan kelimelere bir şeyler ilave eder” der. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının başlattığı ‘Yeni Lisan ‘hareketinden konuşma dilinin esas alınması hususunda ayrılır. Ona göre, konuşma dili “… dilin duygulara bağlanmış biçimidir. Bu yönüyle şiire benzer. Yazı dili mantık dilidir. Konuşma dili ile yazmak saçmadır.” Oysa romanlarında konuşma dili ve yöre ağızlarına bir hayli yer verir. Kaldı ki, Necati Mert’in yerinde itirazıyla, Yeni Lisan hareketi konuşma dilini, dilin yabancı kaidelerden arındırılması için ileri sürmüşlerdi.

Mert’in yazısından ilginç bir bilgi edindim. Ömer Seyfettin kendisi gibi Türkçü Yusuf Akçura’yı hedef alarak kelime milliyetçiliğine karşı çıkmış. Şöyle diyor: “Dernek’in (Akçura’nın gayretiyle 1908 sonrasında kurulan Türk Derneği) arkasına takılıp (…) bundan bir düzine asır evvelki günleri yaşayan kavimdaşlarımızın yanına mı gidelim. Bu bir intihardır!” Kemal Tahir’in Çağatayca vurgusu ile buluşuyor. Ayrıca, Türk Derneği’nin yerine öztürkçeci Türk Dil Kurumu’nu da koyabiliriz.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum