Türkçeye tutunmak
Önceki yazılarımda sözünü ettiğim, Türkiye Yazarlar Birliği ile Bahçelievler Belediyesi’nin gerçekleştirdiği “60 Yıl Sonra Uluslararası Yahya Kemal Sempozyumu Bildirileri Kitabı”nda Kosova, Prizrenli şair ve yazar Zeynel Beksaç’ın güzel, anlamlı ve duygulu bir yazısı yer almakta. Yazının başlığı Yahya Kemal ve Rumeli, Balkanlar’da Kesişen Ortak Duygular.
Zeynel Beksaç 1952 yılında, görenlerin gönüllerine yerleştirdikleri Prizren’de doğdu. Şair, yazar, müzisyen, ressam, radyo ve televizyon programcısı, dernek yöneticisi olarak ve yirmi yılı aşkın bir süredir çıkardığı Türkçem dergisi gibi olağanüstü yapıp ettikleriyle şehrinin, ülkesinin, hatta Balkanlar’ın sınırlarını aşan, başta Türkiye olmak üzere, Türk Dünyası’nda da tanınan, değer verilen bir sanatçı. Bilhassa Türkiye Yazarlar Birliği’nce uluslararası etkinliklerde öncelikle hatırlanan, davet edilen, Birlik mensubu addedebileceğimiz bir temsilci. Birliğin uluslararası şiir şölenlerinin gediklisi olmuş, bu bağlamda, 2010 yılında Bakü’de gerçekleştirilen 8. Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni’nin büyük ödüllerinden Ahmet Haşim Şiir Ödülü’ne layık görülmüş bir edebiyatçımız. Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda başka ödüllerle de taltif edilmiş yetkinliği tartışılmaz bir kültür ve sanat adamı. “Rumeli, o benim işte” diyen bir evlâd-ı fatihan. Tanıştığınızda hemen bağrınıza basabileceğiniz mümtaz bir şahsiyet olarak benim de takdirle yad ettiğim bir dost.
***
Zeynel Beksaç’ın Bildiriler Kitabı’ndaki makalesini okuduğunuzda şunu fark ediyorsunuz: Balkan Türkleri, Türklüklerini Türkçeye tutunarak, dilimizi âdeta bir ana kucağı gibi kabul ederek varlıklarını sürdürmektedirler. Bizlerin, içeridekilerin tam tersine, duygu ve düşüncelerinin ekseninde Türkçe bulunmaktadır. Bu durumu Beksaç’ın edebî değeri de yüksek yazısından alıntılarla görelim:
“Balkanlar’da yaşamak, Balkanlar’da yazmak, delikanlıca Türkçenin nöbetine durmak, yıkıntılarda yeni baştan doğmak, baharda güzü, güzde kışı yaşamaktı.”
“Balkanlar’da yaşamak, Balkanlar’da yazmak hüzünlü denizlerde demir atıp, Türkçeye ölesiye teslim olmaktı.”
“Balkanlar’da yaşamak, yaşam gerçeğine Türkçeyle yüreklenmek, avcıların namluları karşısında yılmadan Türkçe haykırmaktı.”
“Adam gibi yaşamak için; dilimize, geleneğimize, eğitimimize, kültürümüze, kimliğimize sahip çıktık. Bir dünya dili olan Türkçemize yosunun taşa sarıldığı gibi, hanımelinin duvara yaslandığı gibi, öylece bağlandık.”
“Balkanlar’da yaşamak, Balkanlar’da yazmak, Türkçe uğruna boynumuzun kıldan ince olması demekti. Yoksulluğa varsa da hâlimiz, Türkçenin eşiğine post kurmak (sermek daha uygun) kararlılığından dönmemek demekti. Zaman zaman unutulup kırbaçlanan çamaşırlar örneği ipe serilen bir düş olsak da…”
“Türkçemiz, Balkanlar’da, Rumeli’de günün her ânında üstümüze bir çığ gibi yıkılan (düşen daha uygun) mutlu belamızdı!”
Sözün devamında Türkçeye, Türklüğe aidiyetin davasını gütmenin anlamını, yüceliğini belirtmek gereği duyuyor.
“Hiç kolay olmadı Balkanlar’da yaşamak. Balkanlar’da yazmak bu coğrafyada; yüzü ak, alnı açık, başı dik, aslımıza yakışır bir duruşla var olmak demekti. İnsanlık kıyılarına vuran dalgaydık ya, sözünün eri olana saygımız sonsuz oldu. Ancak, iç çamaşırlar gibi değişen insanlardan olmadık hiç. (Bizi tanımlıyor gibi) Ne ettiysek kimliğimize, dilimize, edebiyatımıza şemsiye açarak, bizler için olmazsa olmaz özelliğini taşıyan bu değerleri doludan, selden, kem gözle bakanlardan korumak içindi.”
Yahya Kemal’e seslenerek devam ediyor: “Bütün bunları ‘Kaybolmamak’ için yaptık be usta. Üsküp kaybolmasın, Prizren kaybolmasın, Sofya kaybolmasın… Hiçbir yer kaybolmasın. Türkçe kaybolmasın, Türkçeye kilit vurulmasın diye yaptık.”
Ardından geçmişe selam veriyor, geleceğe vaatte bulunuyor: “Bu topraklarda Türkçeye güzellik katıp ömür tüketenlere selam olsun. Üsküp, Vardar, Türk Çarşısı, Taşköprü, camiler, hanlar, hamamlar ve daha nice bizden eser ve değerler var oldukça, Türkçeyle buluşmalarımız hep olacaktır. Türkçe bu gökkubbede hep yankılanacaktır. Üsküp, Balkanlar Türkçenin gürül gürül yaşadığı bir coğrafya olmaya devam edecektir.”
Ne yazık ki, ülkemiz “Türkçenin gürül gürül yaşadığı bir coğrafya” olmaktan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor. Türkçeye tutunmak yerine yabancı dillere ram olmanın gaflet ve dalaletini yaşıyoruz.
Rasim Özdenören’in “Eline kelimelerden ibaret olan çekicini alarak şiirini yontmaya başlardı” diye tanımladığı Erdem Bayazıt’ın mısralarıyla bitirelim:
“Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden/Harfler harp düzeni almıştır mısralarda… Öyleyse şair sen de davranmalısın/Şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın/Mısralarını şarjör gibi sürmelisin damarlara.”