Farklı bir İslâmî okuyuş

Bayramınız mübarek olsun; herkese sağlıklı ve huzurlu bir bayram diliyorum.

Geçen haftaki yazımda Halid Ebu’l-Fadl’ın bir makalesinden ilham alarak, bütün çağların sorunu olan dezavantajlılar konusuna Kur’ân-ı Kerîm’in ilkesel yaklaşımını anla(t)maya çalışmıştım. Yüzlerce ayet, binlerce hadis gösteriyor ki, Peygamberimizin mücadelesi, –tevhid akidesinin yanında- mağdurlar ve mazlumların toplumsal itibarlarını ve maddi durumlarını iyileştirme, bugünkü tabirle, âdil paylaşım ve refahın yaygınlaştırılması mücadelesi olarak başlamış ve öyle sürmüştür.

Zayıfların baskılanması, sırf fiziksel veya maddi sömürülme sorunu olmayıp, psikolojik bileşeni de olan bir olgudur. İstidʿâf zihniyetinin mazlumları (baskılananlar) sadece maddi olarak zayıf ve bağımlı olmamış; müstekbirler (avantajlı despotlar) tarafından da öyle bilinmiş, psikolojik olarak itaatkâr ve aşağı sayılmış, kibir duygusuyla muamele görmüşlerdir. (Bu durum bugün de daha çok Müslüman toplumların üzerine bir kâbus gibi çökmüş bulunuyor.) Baskılananlar, durumlarını değiştirmek için meşru yollarla harekete geçemezlerse, Kur’an bu teslimiyetçi tutumu onların kendi kendilerine haksızlıkları (zâlimî enfusihim) olarak görmekte, bundan dolayı onları sorumlu tutmaktadır. İnsanlar, (günümüzde Müslüman toplumların iç ve dış hegemonik yapılar karşısında yaptıkları gibi) baskılanmayı uysalca kabul eder, durumlarına karşı meydan okumazlarsa, yeryüzünde adaletsizliğin sürüp gitmesine izin verdikleri için tümel bir kötülük de işlemiş olurlar.

Yüce Kur’an’ın ve Aziz Peygamber’in reddettiği “Câhiliyye”nin semantik anlamlarından biri, egemenlerin “baskılanmışlara karşı sergiledikleri kibir”dir. Nitekim mağdurları hor gören ve ezen Cahiliye’nin despotları Kur’an’da “müstekbirler” (kibir taslayanlar) diye anılır. Cahiliye toplumunun sosyal ve ekonomik düzeni, zayıfı aşağılama ve ezme düzeniydi. Kur’an’ın reformları da bu zalimane yapının şartlarını ortadan kaldırmayı, ilişkileri saran gayrı ahlâkî küstahlığı kırmayı amaçlamıştır. Bu yaklaşım tarihsel değil, evrenseldir; yani başka bir zamanda farklı baskıla(n)ma biçimleri mevcutsa, bunlarla başa çıkmak için de şartlara göre daha fazla reform yapılmasını, yeni kibirlilik biçimlerine meydan okumak için yeni önlemler alınmasını gerektirir. Hz. Peygamber, putperest despotik yapıya karşı mücadelesinde bu meydan okuma bilincini beslemesi sayesinde başarılı olmuştu.

***

Kur’an, baskılamayı daha çok despotların kibirli ve zalimane bir ortak tavrı olarak ele alır. Şu halde bu tavra karşı hak ve adalet mücadelesi de İslâm’ın insani ve ahlâkî prensiplerini gerçekleştirmenin kolektif mücadelesi olmalıdır. Kur’an’ın konuyu böyle anlattığı, Hz. Peygamber ve dostlarının böyle anladıkları, sonuçta hak ve adalet mücadelelerini bütünleşerek verdikleri gayet iyi bilinmektedir. Bu şekildeki İslamî öğretinin ilk uygulamasında sistem dezavantajların haklarını önceleyecek tarzda kurulmuş ve işletilmiştir. Bizzat Peygamber’i sert bir dille uyaran Abese suresinin ilk ayetleri bile öğretinin insani ve ahlâkî özünü kavramak için yeterlidir.

Bu temel öğreti ve ilk model-uygulama esas alındığında, baskıcı zihniyetin mağdurları sadece maddi olarak değil, duygusal olarak da desteklenip onurlandırılmalıdır. Onların ahlaken yerinde olan talepleri hem kendileri hem de toplum tarafından takip edilmeli, muktedirlerin sistematik kibrine meydan okunmalı, böylece baskıla(n)ma yapısal bir sorun olmaktan çıkarılmalıdır. Kur’an şu önemli tehlikeye dikkat çeker: Müslümanlar, baskıcı durumları kabullenip zayıflık ve bağımlılığa rıza gösterir, böylece “haklar ile görevler arasında orantılı ve karşılıklı ilişki” anlamında adalet taleplerini ihmal ederlerse, Kur’an öğretisinin tam anlamını henüz keşfetmemiş, İlâhî Yol’dan sapmış ve kendilerine karşı suç işlemiş olurlar. Çünkü kapsamlı ve sistematik bir İslâmî adalet teorisi “en az ayrıcalıklıyı koruma” ilkesi etrafında inşa edilmelidir. Kur’an, hadisler ve İslam geleneği, birlikte yaşamanın gerektirdiği hakların toplumdaki en zayıf olanların ihtiyaçlarına göre ölçülmesi gerektiğini savunan anlatılarla doludur. Tutum ve uygulamaları bu anlatılardaki öğretiyle çelişen bir toplum ve yönetim, Kur’ânî ve Nebevî yoldan çıkmıştır.

Biz ilâhiyat hocaları, bu konularda yüzlerce bilimsel çalışma yapmalı, doktoralar yaptırmalı, zengin bir literatür oluşturarak toplumumuzu, insanlığa örnek işler başaracak şekilde aydınlatmalıydık.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum