Kıbrıs'ta son hamle ne anlama geliyor?

Bazı süreçler uzadıkça doğruyla yanlışın birbirine karışması kaçınılmaz oluyor. Kıbrıs meselesi bunlardan birisidir ve hatta modern dünyanın çözümsüz kalan en yaşlı problemi olarak özel bir yere sahiptir. Kıbrıs’ta neyin ne olduğu henüz Filistin meselesi kadar karmaşıklaşmadı ama yakındır, o da olur.

2004 yılında Annan Planı’na ‘Hayır’ diyen, 2017’de Crans-Montana’da masadan kalkan iktidarı ve adanın zenginliklerini sadece kendine hak gören Kıbrıs Rum tarafı çözüm yolunu tıkamaya devam ediyor. Geriye doğru baktığımızda 58 yıldır süren bu zihniyetin değişmediğini, Cenevre’de düzenlenen gayriresmi 5 artı Birleşmiş Milletler toplantısında bir kez daha gördük.”

Bu sözler KKTC parlamentosunda konuşun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aittir. Erdoğan devamında Avrupa Birliği’nin Annan Planı sonrasında KKTC’ye karşı adaletsiz tutumunu da eleştirdi.

Annan Planı Kıbrıs meselesinde ulaşılan en ileri noktaydı. Bir dizi müzakerenin ardından karşılıklı tavizler ve adımların peşinden plan iki taraf toplumunun onayına sunulmuş; KKTC halkı Türkiye’nin desteği ve dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın başarılı siyasi idaresinin de sonucu olarak Annan Planı’nı kabul ederken Rum halkı reddetmişti. Çözüm çok yaklaşmışken yeniden imkansız hale gelmişti.

Şunu belirtelim; Erdoğan, AB’yi bu adaletsiz durum karşısında eleştirmekte kadar haklıdır. AB, KKTC’ye hak ettiği desteği vermek şöyle dursun, ortadaki bu adaletsiz durumu düzeltmek için parmağını bile kıpırdatmadı. Rum Kesimi, 2002’de AB üyesi olarak hem alacağını çoktan almıştı hem de Annan Planı’nın ardından kendisine yönelik herhangi bir olumsuz girişimi de birlik üyesi olarak bloke etme imtiyazını kazanmıştı. Yunanistan’la birlikte…

Rum kesimi çözümsüzlüğün sorumlusu olarak baskı görmeyi kesinlikle hak ediyor. Buna da şüphe yok. Ne var ki diplomaside işler çoğu kez adalet temelinde yürümüyor. Bugün, “Madem öyle o zaman iki toplum da yoluna baksın” demek de bir yanıyla haklı düşünce olmakla binlikte sonuç almayı garanti etmiyor. Nitekim, 1976’da önce Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983’te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu da bu politikanın sonuçlarıydı. Yani, Erdoğan’ın bugün ilan ettiği pozisyon 1983’te fiilen hayata geçirilmişti. Kendi göbeğimizi kendimizi kesmiştik. Lakin çözüm olmadı. KKTC, Azerbaycan dahil hiçbir ülke tarafından tanınamadı.

Şimdi Erdoğan, “Kuzey güney diye bir şey kalmadı. Eşit, egemen iki devletli çözümden yanayız. 40-50 senemizi onların söyledikleriyle geçirdik, netice alamadık. O devir kapandı” derken yüreklere su serpiyor, güzel. Ancak, ortada sonuç alınabilecek bir strateji görünmüyor. KKTC zaten kendisini yaklaşık 40 yıldır Güney’den bağımsız bir devlet olarak ilan etmiş durumdadır. İki ayrı devlet fikri 1983’ten beri sahadadır.

KKTC’yi yeniden dünyada yalnızlığa itmemek için bu çıkışın öncesinde bazı ülkelerle tanıma konusunda mutabakata varıldı mı bilmiyoruz. Böyle bir temas trafiği duyulmadı. Şimdi böyle bir tura çıkılacak mı, bunu da bilmiyoruz.

2004 Annan Planı dönemindeki uluslararası sempatimizden uzak oluşumuzu ve zamanlama problemini de bir kenara koyalım. Ama, madem artık laf ağızdan çıktı ve 40 yıl önceki pozisyona tamamen geri döndük o zaman arkasının doldurmak ve bu yolda sonuç alabileceğimizi göstermek gerekir. Eğer, dünya tarafından güçlü ve seri bir tanınma zinciri mümkün değilse zaman içinde masadan kaçan, çözümsüzlüğün tarafı olmak tehlikesi vardır. Basit ifadeyle, haklıyken haksız duruma düşmek riski ihtimal dahilindedir.

YORUMLAR (51)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
51 Yorum