Sorana söyleyebilmek
Herhangi bir meseleyi görmek ve konuşmak kadar, bunu çözebilmenin yolunu da göstermek ve bulmak zorundayız. Kabul etmek lazım ki böyle bir kabiliyet bizim nasibimize pek rastgelmez. Sözün şehveti, taraftar olmanın heyecanı çoğu kez ortadaki problemi ikinci plana iter, neticede devran eskisi gibi dönmeye devam eder. Çok konuşup bir arpa boyu yol gidemediğimiz sayısız vak’a bunun şahididir. Nitekim, Kızılay üzerinden başlayan tartışmanın akıbeti de o noktaya gitmek üzeredir.
Olup bitenlerden çıkacak mesaj, insanların zihninde itibarlı yere oturmuş olan vakıf ve yardım derneği gibi kurumların, içinde bulundukları yozlaşma halini sorgulamaktır. Bizatihi bu kurumların kendi hal ve gidişlerini, kamu kaynaklarına ilgilerini ve en nihayet bağış ve yardım gibi çok değerli kavramlarla kurdukları sorumsuz ilişkileri gözden geçirmektir. Gözden geçirmek şöyle dursun bunu doğal ve ahlaki sınırlara çekebilmektir.
Başta, tartışmalardan en uzak kalması gereken kurum Kızılay olmak üzere birçok kurum tatsız sinyaller veriyor. Kanuni sınırların bile ötesinde titiz ve şeffaf olması gereken yerler belirsizlik yansıtıyor, şüphe uyandırıyor. Endişe verici bir halin ortasındayız…
Ne yazık ki tabloyu böyle okumaktan da çok uzaktayız. Yanlışlar, sıradanlaşmış, normalleşmiş ve yapana hak görünür olmuştur.
Bunu bütün unsurlarıyla sorgulamak yerine, mesela son vak’ada adı geçen şirketi hedef tahtasına oturtup, bütün meseleyi o işlemden ibaret görmek gerçek mesajın ulaşmasına engel olacaktır. En nihayet Torunlar şirketinin (BaşkentGaz) bağışı Kızılay yerine Ensar Vakfı’na doğrudan yapması arasında bir vergi avantajı yoktur. Açıklamalardan anlaşılan, iki yol da aynı kapıya çıkıyor. Kaldı ki şirket, mevcut iktidardan çok önce de vakıflara, derneklere vesaire, sessiz sedasız bağış yapan, bunu yaparken de vergiden indirmek hesabı peşinde koşmadığı bilinen bir aile tarafından yönetiliyor. Meseleyi bir şirketin işlemlerine bağlayıp, günah keçisi aramak, temel ve yaygın yanlışı eleştirmeyi önler, başka işe yaramaz.
Doğru ya da yanlış bütün işlemlerin, bütün bağışların, o bağışların nereye gittiğinin sorulması ve sorgulanması görevimiz, kamuoyunun da hakkıdır. Asıl meseleyi görmezden gelmeyip, derinleşen problemi konuşulur kılmak daha büyük sorumluluktur.
Madem konu açıldı, bu fırsatı ıskalamayalım.
Vakıflar ve dernekler birer sivil toplum örgütleridir. Sivil olmak en başta devletle ve kamu kaynaklarıyla ilişki kurmamak; proje bazında ise sınırlı tutmak ve her durumda muhakkak şeffaf olmayı mecbur kılar. Bu şartlar yoksa ne “vakıf” ne “dernek” ne de “sivil” olmaktan bahsedilebilir.
Dernek olmak, vakıf olmak, bağış almak, bağışlamak şeffaf olmayı, sorana söylemeyi, hesap vermeyi zaruri kılar. Bilhassa bizim tecrübemiz gösteriyor ki her şeyden önce gereken budur. İnsanların en çok saygı duydukları bir faaliyeti icra etmenin gereği de başka bir yol söz konusu olamaz. Kim vakıf-dernek hizmeti yapıyorsa ve yapacaksa, önce ve mutlaka oraya bütün şeffaflığı vakfetmeli, bütün açıklığını bağışlamalıdır. Hayır işini gerçekten hayırlı kılacak yol bundan gayrısı değildir. Aksi ise, şimdi olduğu gibi bitmez tükenmez hayalkırıklığı hikayelerini dinlemektir.