Dinî güvenlik meselesi
Yazının başlığını okur okumaz, “Bu da neyin nesi?” demeyin; zira siz muhtemelen dinî alandaki ciddi güvenlik sorununun(!) farkında değilsiniz… Gerçi bundan birkaç yıl önce KURAMER’in Uluslararası Düşünce Enstitüsü Londra merkeziyle (International Institute of Islamic Thought, IIIT/UK) müştereken düzenlediği “Modern Dünyada Kur’an’ın Yeri: Makâsıdî Tefsire Doğru” sempozyumunun açılış konuşmasında akademik ve entelektüel kimliğiyle tanınan bir Diyanet İşleri reisimiz, “Aslında tarihselcilik bir yorum meselesi değil, devlet ve güvenlik meselesidir” şeklindeki ibretlik bir ifadeyle bahse konu dinî güvenlik sorununa dikkat çekmişti. Şayet dönemin Diyanet İşleri reisi bu kadar açık bir şekilde konuşmuşsa demek ki durum pek vahimdi(!)
İşte o günden bugüne, özellikle son bir-iki yıldan beri örgütlü birtakım dinî gruplar ile kamuoyunda hacı-hoca namıyla şöhret kazanmış bazı tiplerin gitgide dozajı artan biçimde din meselesini basbayağı bir güvenlik meselesi gibi gündeme getirdikleri dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Ehl-i Sünnet mezhebine “ama”sız, “fakat”sız sadakat dinî alandaki güvenlik sorununun yegane çözümü olarak lanse edilmekte, ancak Sünnîliğin meşruiyet çerçevesi kendilerini bu konuda güvenlik görevlisi olarak gören zevatın algı, idrak kapasitesine mutabık Ehl-i Sünnet şablonuna göre belirlenmekte, bu şablon ise kelimenin tam manasıyla Nakşibendiliğin Hâlidî-Bağdâdî kolundaki din anlayışına karşılık gelmektedir.
Sünnîlerce “fırka-i nâciye” olarak kabul edilen Ehl-i Sünnet mezhebi bu anlayışa göre genelde Nakşibendîlik, özelde Nakşibendî Hâlidilik ile özdeşleştirilebilir. Zira Mahmud Efendi diye bilinen zattan duyulmuştur ki ahirette melekler bir kimseyi cehenneme götürmek için tutsalar ve o kişi ‘Ben Nakşibendî tarikatının Hâlidî koluna mensubum’ dese, bunun hürmetine o kimseyi serbest bırakırlar… Demek ki Nakşibendî Hâlidîliğe mensubiyet kıyamet/hesap günündeki ilâhî yargı ve hükmün gereğini ifa eden melekleri bile devre dışı bırakabilecek kadar güçlü ve belirleyicidir. Böyle bir din anlayışını temsil eden zihniyetin kendi hurafesini hakikat zannetmesi ve dahi dinî alanda hemen herkese parmak sallayarak cümle âleme nizam vermeye kendini yetkili görmesi gayet tabii olsa gerektir.
Vakıa, şayet “ahirette melekler bir kimseyi cehenneme götürmek için tutsalar…” diye başlayan ve Hıristiyan gelenekteki endüljans (para karşılığında cennetten arsa satmak) uygulamasını hatırlatan söz gerçekten doğru olduğuna inanılarak söylenmişse, o zaman hem ortalıktaki cehalet diz boyudur ve hem de böyle bir din -tam da Karl Marks’ın dediği gibi kitlelerin afyonudur. Yok eğer yalan yanlış olduğu bilinmesine rağmen söylenmişse, o takdirde “Allah ne derse desin, biz bildiğimizi okuruz” diye ifade edilebilecek bir meydan okuma ve isyan söz konusudur. Malum olduğu üzere cehalet denen şey sahibine müthiş bir cesaret aşılar. Cahil cesaretine -şimdilerde buna “Dunnig Kruger Sendromu” deniliyor- sahip insanların tipik özelliklerinden biri, her şeyi en iyi ve en doğru şekliyle kendilerinin bildiklerini iddia etmeleri ve kendi doğrularını tek kesin doğru olduğunu düşünmeleridir.
Bu tiplerin diğer mümeyyiz özellikleri de şu şekilde sıralanabilir: Bilgi ve eğitimi aşağılamak, farklı bilgi kaynaklarını ve farklı anlayışları büyük tehdit ve tehlike saymak… Gürültülü iş yapmak yahut sürekli yaygara koparmak ve aynı zamanda muarızları bertaraf etmek için ya provokatif konuşmalarla hedef göstermek ya da yetkili devlet kurumlarına şikâyet etmek… Her duruma hazırlıklı olmak ya da rüzgâr hangi yönden eserse essin her rüzgâra göre yelken açmak… Üstlerine karşı mutlak itaatkâr ve müdânâcı davranmak, altlarına karşı ise zalimce davranıp onları sürekli ezmeye çalışmak… Herkesin şahit olduğu bir hadiseyi veya hususu dahi inkâr etmekten hicap duymamak… Bugün söylediklerini yarın yalanlamak ve çoğu zaman pişkinliğin en kusursuz temsilini yapmak…
Kamuoyunun önüne cübbe sarıkla çıkan ve popüler kimlikleriyle hemen her çevrede tanınan tipler sanki bu özelliklerin ete kemiğe bürünmüş şekli gibidir. Fakat acı olan şu ki söz konusu tiplerin sürekli olarak gürültü ve dedikodu üretmeleri yüzünden günümüz Türkiye’sinde din adeta bir güvenlik meselesi olarak algılanır hale gelmiş ve bu alanda güvenliği sağlama işi de sanki bu tiplerin uhdesine tevdi edilmiş gibidir. Allah’ın her günü ya birilerine sataşmaları veya Diyanet, YÖK gibi kurumlara “Dinimizi bozan, çocuklarımızın deist, ateist olmasına yol açan falancanın görevine son verin” diye şikâyette bulunmaları söz konusu tiplerin adeta “köpeksiz köyde değneksiz dolaştıkları”nı göstermektedir. Halbuki gençlerin müesses ve resmî İslam’dan uzaklaşıp deizm, ateizm gibi düşüncelere meyletmesine yol açan temel faktör tarihsellik fikrini benimsemek yahut Kur’an vahyinin lafız değil, mana olduğunu söylemek değil, en azından bir yönüyle Dunning Kruger sendromu yüzünden bahse konu tiplerin hem dini hem kendilerini karikatür haline getirmesidir. Ne var ki şark kurnazlıklarıyla da tanınan bu cahiller güruhunun dinî alanda diledikleri gibi at oynatıp kendilerini bu alanın güvenliğinden sorumlu olarak görmeleri çok kaygı/endişe vericidir. Bu gidişat nasıl bir akıbetle noktalanır, şimdilik bilinmez… Allah akıbetimizi hayra müncer kılsın…