Hayat kısa, kuşlar uçuyor…
Son bir haftadır Boğaziçi, rektör filan derken sanki fazlaca politize olduk. Üstelik atı alan Üsküdar’ı çoktan geçtiğine göre boş yere konuşmuş olduk... Bu yüzden, aynı mevzuda daha fazla konuşmanın lüzumu yok… Memleket sathındaki gergin siyasi atmosferin yarattığı kasvet halinden mümkün mertebe sıyrılıp, “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” (Cemal Süreya) modunda hayata ve insanlık ahvaline dair birkaç satır karalamakta fayda var. Kaldı ki olup biten her şeyi mutlaka kötüye yormak da gerekmiyor; zira dış dünyada güzel şeyler de oluyor… Mesela, şu an Çamlıca tepesi civarına kar yağıyor, İstanbul’un barajlarındaki su seviyesinin biraz daha yükselecek olması en azından İstanbulluları sevindiriyor…
Mademki hayat çok kısa, o zaman uzun vadede büyük büyük mutluluklara bel bağlamak (tûl-i emel) yerine, istek ve arzu ekonomisi yaparak bedeni hazlar ve nazlara limit/sınır koymak (kasr-ı emel) daha akıllıca görünüyor. Öte yandan, “İyi diyelim iyi olsun” sözü her ne kadar “Hakkaten iyiyim” denemeyecek bir halde iken muhatap olduğumuz “Nasılsın?” sorusunu geçiştirmenin en güzel yoluna karşılık gelse ve aslında burukluk ifade etse dahi yine de “iyi” kelimesinin çağrıştırdığı ümidi kaybetmemek gerekiyor. Çünkü dillendirdiğimiz her söz ruhumuzda iyi veya kötü bir etki icra ediyor. Bu yüzden, “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” fehvasınca zihnimiz ve dilimizde “iyi”ye daha fazla yer vermek icap ediyor. Ayrıca iyiden ve iyilikten ortaya çıkan pozitif enerjiyi çoğaltmak için öncelikle “safra atmak” diye tabir edilen işi yapmak gerekiyor. Safra atmak tabiri bize yük olan duygulardan, sıkıntı veren insanlardan kurtulmayı ya da bizi yoran her şeyi hayatımızdan çıkarıp adamakıllı hafifleme ve rahatlamayı ifade ediyor.
Safra atmak babında öncelikle öfke, hiddet, kin, nefret, intikam gibi duyguları mümkün mertebe söndürmek, geçmişte yaşanan kötü tecrübelerden dolayı sinede birikmiş olan ve her geçen gün daha fazla ağırlık oluşturan bu yorucu, yıpratıcı duyguları azat etmek adeta ruhsal ozon terapisi/tedavisi gibidir. Safra atmanın bir diğer önemli boyutu “hırgür”den uzak durmaya ve kendi işine gücüne bakmaya ahdetmektir. Malum, bizim millet temaşayı (seyretme, izleme) pek seven bir millettir. İnsanımız, trafik kazasından sokak kavgasına kadar her şeyi izlemeye bayılır fakat ne o kazanın içinde olmak ne de kavgaya karışmak ister. Tıpkı bunun gibi, biz bu köşede bir polemik yazısı yazdığımızda, tıpkı yoldaki trafik kazasını seyretmek için arabayı sağa çekip telefonla video çekmeye başlaması gibi, hırgüre mahal verecek yazımıza sayısız yorum yazılır; hatta “prof.”, “doç.” unvanlı zatlar tarafından apar topar reddiyeler yazılıp sosyal medya mecralarında mahalle hatunlarını aratmayacak şekilde dedikoduya malzeme yapılır. Buna mukabil aklıselimle sükûnetli bir yazı yazdığımızda, yorum yazma iştahı hayli azalır. Çünkü sükûnetli yazıda temaşa arzusunu kışkırtacak malzeme yoktur. Fakat bütün bunlara rağmen bizim insanımız son kertede hırgür, didişme ve dalaşmadan değil, aklıselim, sağduyu, sükûn ve huzurdan taraf olur. Haliyle, kavga gürültü hafızalarda çok kısa süreli seyir zevki veren bir rezillik olarak kalır.
İşte bu yüzden, her zaman sağduyulu düşünmek ve hiç kimseye seyirlik eğlence fırsatı vermemek gerekir. Tecessüs veya başka bir saikle ne yapıp ettiğimize derin merak duyan insanların bir kısmı her ne kadar rehber öğretmene kendi çocuğunun notlarını sormadan önce kapı komşusunun veya yakın arkadaşının çocuğu hakkında bilgi almak isteyen “haset veli” gibi davransa dahi hariçten gelen kötülüğü içeriye buyur etmemek, bilakis “it ürür kervan yürür” diye düşünerek sadece kendimize odaklanıp elimizdeki işi en güzel şekilde yapmayı ilke edinmek hayatı kesinlikle daha güzel hale getirir. Burada anlatmaya çalıştığım husus, dizi oyuncusu Benedict Cumberbatch’ın son günlerde sosyal medyada dolaşan videosundaki şu ifadeleriyle hemen hemen aynı mahiyettedir: “Dünyayı kurtarmak zorunda değilsin; sen kendinden sorumlusun. Savrulma, sızlanma, inleme, tüneme, dırdır etme, uzun uzun düşünme, geçmişi eşeleme, kimseye yapışma, kimseyi izleme, sinsice onu bunu gözlemleme, kendine engel olma, bilakis sadece yap, yapman gerekeni yap…”
İşte safra atmak budur. Ahlaki düzlemde insanın hayat safrasından kurtulmasının bir diğer yolu da Kur’an’da “afv” diye geçen ve beş ayette Allah’ın sıfatı olarak “afüv” şeklinde zikredilen “af” kavramında ifadesini bulur. İlginçtir, “afv” kelime olarak hem “silip süpürmek, yok etmek” hem de “fazlalık” manasına gelir. Buna göre affetmek demek, öfke, kin, nefret, hınç gibi duyguları silip süpürmek ve bunların yükünden kurtulmak demektir. “Afv” kelimesindeki “fazlalık” anlamına gelince, bu da aslında bir nevi safra atmak demektir. Zira “Ey Peygamber! Sana hayır hasenat yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar” mealindeki ifadeyi muhtevi Bakara 2/219. ayette bu soruya verilen cevap “afv” diye ifade edilir. Bu bağlamda “afv”, fazlalıktan kurtulmaya, yani infak yoluyla malı haram kirinden arındırmaya, başka bir ifadeyle, malın mülkün safrasını atmaya karşılık gelir. Kısacası, hayatta hem maddi hem manevi anlamda safra atmak kesinlikle iyidir, insana iyi gelir. Zira “hayat kısa, kuşlar uçuyor”…