Türküler ve oyun havaları
Yazımız, “Lütfen, gerilim atmosferinden çıkalım, salim kafayla işimize gücümüze bakalım” yazısıdır. Bu meyanda ricamız, yazıdaki amaca uygun başlığın anlayışla karşılanıp yadırganmaması, psikolojik açıdan yüksek gerilime kapılıp hışımla yorum yazma zahmetine katlanılmamasıdır. Kaldı ki bazen de havadan sudan yazıp rahatlamak lazımdır. Hele de bütün dünyanın bir virüs tarafından basbayağı terbiye edildiği, fakat insanlık ailesinin yine de pek terbiye olacak gibi görünmediği ve hala dahi hem yerel hem küresel ölçekte daha fazla güç ve iktidar hırsıyla gerçek hayat alanını gerdikçe gerdiği bu dünyayı çok da ciddiye almanın âlemi yoktur. Bu yüzden, kimi zaman işi biraz deliliğe vurup “yav he he” modunda, “türküler ve oyun havaları” gibi bir yazı yazmakta fayda vardır. Malum, çağ güç ve iktidar çağıdır; bu çağda din bile kurumsal ve örgütlü şekliyle hakikate taalluk eden bir mevzu olmaktan çıkmıştır. Hiç kimsenin, hele de erk, yetki ve sulta sahibi zümrenin hak, hakikat, hakkaniyet, adalet gibi kavramlar ve değerlerle pek işi olmadığı gibi, din ve diyanetle yatıp kalkan çevrelerin de bu taraklarda bezi yoktur.
Biraz korona virüs belasının yol açtığı cinnetimsi ruh halinden, biraz da memleketin ısırganlık gibi siyasi ikliminin yarattığı kasvetli atmosferden dolayı havayı türküler ve oyun havalarıyla yumuşatmaya çalışmak, acı da olsa gülümsetebilir; ama sonuçta gülümseme gülümsemedir. Hatırladığım kadarıyla, henüz televizyonu görmediğimiz çocukluk çağlarında TRT radyosundan sık sık, “Yurttan sesler topluluğundan türküler ve oyun havaları dinlediniz” şeklinde bir anons geçilirdi. Türkülere yönelik ilgim ve sevgim büyük ölçüde bu anonslara konu olan programlarla şekillendi… TRT’nin TRT olduğu, bugünkü gibi şirazesinden çıkmadığı 1970-1980 yıllarda mahalli veya misafir sanatçı olarak bant kayıtları alınan Âşık Veysel, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Davud Sulari, Âşık Daimi, Turan Engin, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Mahsuni Şerif, Muhlis Akarsu gibi geleneksel halk müziğinin birçok güçlü temsilcisi tarafından yorumlanan muhteşem türküler ve usta malı deyişler TRT radyosundaki “Yurttan Sesler” programı sayesinde hafızalarımıza nakşedildi.
1960’lı yıllarda Muzaffer Sarısözen’le tanışan ve bu tanışma sayesinde ilkin “misafir sanatçı”, daha sonra “mahalli sanatçı” olarak Ankara Radyo’sunda -her ne kadar evir çevir aynı türküler de olsa- çalıp söyleyen merhum Neşet Ertaş’ın 40 senedir belki binlerce kez dinlememe rağmen hala ilk kez dinlemiş gibi ruhu cilalayan “Zülüf dökülmüş yüze”, “Seher vakti çaldım yârin kapısını”, “Sevda gitmiyor serde”, “Gar mı yağmış yüce dağlar başına”, “Gova gova indirdiler yazıya”, “Bağışla sevdiğim”, “Açma zülüflerin yellere karşı”, “Şu garip halimden bilen işveli nazlım”, “Gönül dağı”, “Küstürdüm gönlümü” gibi efsane türküler TRT repertuvarına aittir. Büyük Usta’nın müthiş icra gücü ve havalandırma kabiliyetiyle her türküye damgasını vurması, söylediği türkülerin “Neşet Ertaş türküsü” diye anılması gibi ilginç bir sonuç vermiştir. Bu vesileyle Neşet Usta’nın özellikle oyun havası türündeki “Gelin Nolur”, “Niğde Bağları”, “Bülbül” isimli türkülerini dinlemeniz hem kurtlarınızı dökme hem de korona virüse karşı bağışıklık sistemini takviye etme açısından kesinlikle faydadan hali olmayacağını söylemek gerekir. (Not: Şimdi bazı okuyucular meseleyi yine din-diyanete bağlayıp, “Hocam, türkü şarkı dinlemek caiz mi?” diye sorabilirler. Şaka gibi bu soruya cevaben aynı minvalde iki şey söyleyebilirim: Birincisi, Neşet Ertaş müzekkerdir; dolayısıyla sesin cinsiyetinden(!) yana duyulacak endişe yersizdir. İkincisi, İmam Gazâlî mıh gibi bir Sünnî âlimdir ve “müzik mubahtır” demiştir).
TRT radyosu repertuvarında kayıtlı olan ve “yurttan sesler” programından hafızamıza kazınan birçok muhteşem türkü de Âşık Veysel imzasını taşır. “Güzelliğin on par’etmez”, “Seherde ağlayan bülbül”, “Mecnunum leylamı gördüm”, “Dost dost diye hayaline yeldiğim”, “Dünyada tükenmez murat var imiş”, “Çiğdem der ki”, “Benim sadık yârim”, “Uzun ince bir yoldayım”, “Sen bir ceylan olsan” gibi her biri sevda, hüzün, mis gibi toprak ve mistik hava kokan Veysel türkülerinden sadece birkaçıdır. TRT, Radyo, Türkü ve Yurttan Sesler programı deyince Özay Gönlüm ve “Çöz de al mıstıfali” türküsü de kendini hatırlatır. Özay Gönlüm’ün orijinal ve otantik Denizli şivesiyle “Amanın Yavrıııım” diyerek hikâyesini anlattığı bu türkü ne zaman radyoda çalsa en azından bende “bir an önce bitse” duygusu yaratan ve fakat her nasılsa kendisini dinletmeyi başaran hem sevimli hem sevimsiz bir garip türküdür. Karadenizlilik kimliğini iliklerime kadar hisseden biri olmama rağmen bizim yöreye ait türkülerin birçoğu da bana göre “Çöz de al mıstıfali” kategorisinde yer alır. Mesela, Giresun Göreleli Picoğlu Osman’ın kemençe eşliğinde söylediği türküleri hiç dinlememiş olmak kayıp sayılmaz. Buna mukabil Âşık Veysel, Neşet Ertaş ve bilhassa Erzurumlu Emrah ve Narmanlı Sümmânî gibi âşıklardan derlenip bestelenen türküler, türkülerin şahıdır. Bu vesileyle, Emrah ve Sümmânî’ye ait olan “Gönül gurbet ele”, “Tutam yâr elinden”, “Bâd-ı sabâ”, “Çığrışır bülbüller”, “El çek tabip”, “Ervah-ı ezelde”, “Ceylan gözlerine”, “Ben razı değilem hicrana gama” gibi türküleri Cengiz Özkan, Nida Ateş, Aysun Gültekin gibi sanatçılardan dinlemeniz tavsiye olunur.