Ölümün hızı...

Artık hiç bir şeyi yavaşlatma şansımız yok. Her şey bize hesaplanamayan bir hızla yaklaşıyor sonra da canımıza çarpıp allak bullak ediyor. İyi haber de kötü haber de öyle. İlkin boşlukta gerililip kuruluyor sonra baş döndürücü bir anaforla dağılıyor ve boğazımızı sıkıp kalbimize iniveriyor. Sevincin kuşağı bile biz daha onu kuşanmadan hayaline doymadan sönüp gidiyor. Önceden, biraz olsun önceden en azından ölümün, ölüm haberinin makul sayılabilir yayılma hızı vardı. Alıştıra alıştıra, adım adım, sakin sakin gelirdi kapımıza. Gerçi eskiler ‘acı haber tez duyulur’ diyerek onun da ipini çekmişlerdi ama olsun. Bireyde ve toplumsal şuurda zımnen kabul görmüş bir yavaşlık ahlakı vardı. Bu yavaşlık acıyı paylaşmanın ritmiydi.

İşte o, ölüm olan o, bir daha tekrarlanmayacak ve öznesini değiştirmeyecek olan ölüm, olanca hızıyla, sanki yıllarca o an için kurulmuşçasına ve zıpkın gibi bir telefon sesiyle bana ulaştı ve bir kardeş ölümünü, abimin ölümünü şakıdı. Daha dur, nasıl olur, böyle birdenbire mi, bu kadar buz gibi ve bir sis soğuğu gibi bürüyücü mü demeden çoktan bedenime, kalbime ve ruhuma yayılıverdi. Kendimi, Anadolu bozkırında buluverdim. Ölümün bir ok ipi gibi kara toprağa yöneldiği bir haberdi bu.

***

Bir kardeş ölümü, bir ağabey ölümü bir metropolün ortasında, onca karmaşa içinde can bulup hüküm kazanınca zihin ister istemez geçmişe, çocukluğa, aynı aile içinde aynı odalarda aynı sesler ve aynı kıyafetlerle geçirilmiş zamana dönüyor, orayı yokluyor, oradan bulduğu köklerle bugüne bakıyor. Bugün her halükarda çok anlamsız ve çelişiktir capcanlı yaşanılmış bir çocukluk karşısında. Hele bir süre abi kardeş olarak kalıp sonradan gelen kardeşlerden ayrılan yaşanmışlıklar olunca arada, bir abiyi bir kardeşe, bir kardeşi bir abiye bağlayan biyolojik bağın ötesindeki çok titreşimli sızıyı yakalıyorsunuz. O sizin başka birisi tarafından doldurulamayacak ve değiştirilemeyecek abinizdir. Onun son bulması, ölümün kurnaz ve zalim bir çalımla bunu silmesi altınızda kocaman bir boşluk açıverir.Ölüm, abi elbisesini giyince başka zalimleşir. Ölüm, abi peleriniyle en yüksek tiradını geçer.

***

Abilik üzerine edebiyat üzerinden yeterince düşünmüş bir toplum muyuz? Belki bu olmadığı için asıl abilik aşınıyor, ‘abilik’ başka kalıplar, psikolojiler ve kişilikler tarafından dolduruluyor. İnsanın kendi öz abisi arasındaki ilişki ontolojik açıdan bir eşitlik yükü taşırken her tür sosyal abilik ister istemez bir hiyerarşiye bürünüyor. Yaşarken, bir abiye sahip olmanın ve onun kardeşi bulunmanın varlığı yoklukla hiç sınanmıyor. Yıllar sağlam bir örgü örüyor size. Abiler daha çok sızmalı, öyküye, romana ve şiire.

Ama ölüm, hızla gelen ve bir abinin ölüm haberini kadehine doldurmuş olarak gelen ölüm, durduğunuz yerden sağlam sandığınız toprağa ağır ağır gömülmek, bir sis soğuğunun içinde ne olacağını ve nereye gideceğinizi bilememek gibi.

Abim, Bir şairin abisi. Çocukluk arkadaşım. O cennetin yatağında aynı elbise ile uyuduğumuz hafızam. Öyle işte. Hızlı bir haberle geliverdi. Apansız. Bir kuşun hızla cama çarpması gibi.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum