Orhan Okay

‘Tanpınar’ demişti, ‘belki bir Ahmet Hamdi Tanpınar gibi bir sanatkar olmak isterdim en çok.’ Ben ceketli bir bürokrattım, kan ter içinde bir toplantıdan çıkarak Orhan Okay’ın Etiler’deki evine anca yetişmiştim, kendisi için özel hazırlanan televizyon çekimi için. Sözlerinde bir ufuk saklandığı kadar bir öngörü de barınıyordu sanki. Yazı insanı, içinde hep bir ufuk taşımalı, onu aşıp aşmaması mühim değil önemli olan bu aşkla yanıp tutuşması demek istemişti bana.

Türkçe’nin şehirli inceliği, tecrübe ile yumuşamış güzel tebessüm ve bilgi karşısında ciddiyetini hiç yitirmeyen ağırbaşlılık, dile ve kültüre duyulan derin bağlılık Orhan Okay’ı hep bir varoluş efekti gibi takip etti. Biz onunla yan yana geldiğimizde, kitaplarını, yazılarını okuduğumuzda, yaşadığımız hayatla bağlı ancak onun üzerinde tertemiz ve yaşanmaya değer bir kültür ve düşünce dünyasının pekala mümkün olabileceğini hep hissettik.

Teredütsüz söylemek isterim ki Orhan Okay, edebiyatın bir akademisyeni olmaktan öte hep bir okuruydu. Okur olmak bir yandan estetik olanla ferdi etkileşime geçmek anlamına geldiği kadar güncel olanla da irtibatlı olmaya dayanıyordu. Çalıştığı Yeni Türk Edebiyatı sahasını ise sadece kendi ilgi alanıyla sınırlamıyor salınımlı bir entelektüel dikkatle pekiştiriyor, Divan Edebiyatı’ndan dil tarihine, felsefeden şiire, romandan tarihe kadar genişleyen zihni sıçrayışları önümüze taze bir ufuk olarak düşüveriyordu. Aslında o, belki Tanpınar gibi, roman, şiir, hikaye yazmamıştı ama yazılanların Tanpınar’ı olmak gibi gerçek bir bilgiye sahipti. Ne bir anlık kibrine ne bir atımlık mesafe hamlesine şahit olmadık hocamızın. Sürekli değer ve ifadesine kavuşan sevgi ve taktir sözcükleri bütün cömertliğiyle sunulmuştur bize.

H H H

Ahmet Mithad Efendi, Beşir Fuad gibi apayrı insanlar ile başlayan akademik hüneri, Tanpınar biyografisi ile taçlansa bile Orhan Okay aynı zamanda çok önemli bir denemeciydi. İstanbul, kültür, tarih, insan ve buna bağlı insanlık meseleleri onun kaleminde yankı buldu. Türk Şiirindeki poetika metinleri üzerine yaptığı inceleme ve üzerini çizdiği dikkatler hala güncelliğini koruyor bize göre. Kültürel idealizm bir insan ve yaşama sürekliliğine dönüşmüştü şüphesiz onda ve hoca bu konuda sonuna kadar samimiydi.

Son yayınlanan kitabı Paris günleri üzerineydi ve Orhan Okay bu kez karşımıza bir sine-göz olarak çıkmıştı. Kieslowski’nin ilk dönem amatör ama mutlak yaratıcı hamlelerini anımsatan kareleri üzerine durmuş ve bunun önemi üzerine birkaç cümle yazmıştım. Kendisi bu yazıdan duyduğu haz kadar mutluluğu telefon ederek bizzat bildirmiş ve bendeki yazı sorumluluğunu bir kere daha pekiştirmişti. Ondan cümleler üzerine teşekkür almak hayatta alınabilecek en değerli armağanlardan sayılmalı.

Ayrıca söylenmelidir ki Orhan Okay dikkatle okunduğunda kendisine özgü bir yazı sentaksı da yaratmıştı. Bu sentaks Türkçe’nin bütün zevklerinden süzülerek geliyor büsbütün yeni bir kültüre dönüşüyordu onda. Beşir Fuad ile Necip Fazıl arasında doğrudan bir irtibat kurulamaz belki ama, yazı adamının zihni ve zihniyet dünyamızın yer altı akışları kendi organik bağlamına mutlaka kavuşur. Orhan Okay sevgisinde taraf olmayacak kadar çelebiydi sonuçta.

H H H

Kaşgar Dregisini çıkardığımız süre boyunca, hem şair arkadaşım Cevdet Karal hem de benimle değer duygusu üzerinden ayrıca özel bir ilgi hattı da kurulmuştu. Dergiler çağından çıkıp gelen bir şahsiyet olarak Orhan Okay, edebiyatımızın bir dergiler atılımı olduğunun bilgisi ve hep bilinci içerisindeydi. Pek az akademisyene nasip olacak kaynak olma derinliği hem onun ismini yaşatacak fakat asıl belki denemelerinde dile getirdiği ‘Tanpınar’ olma hülyası ona hep çok yakışacak. Yakıştı da. Nur içinde yat sevgili hocam.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum