Yaşayıp giderken bitmeyen şeyler…
Yaşamanın değerini kimse inkar edemez. Bütün canlılardaki ortak haldir yaşamaya bağlılık. Canlılar içinde ileriye doğru yaşarken geriyi hatırlama en çok insana özgü bir durum. Acı da belki buradan doğar. Fakat yaşamanın değeri acıyla ölçülemez. İnsan ne denli derinden idrak ederse bir varlık olduğunu o denli de yaşamaya bağlanır. Yaşama sevinci bir kez duyulmaya görsün. O an dünyanın anlamı bambaşka bir çehreye bürünür. Sonsuzluk iştiyakının tomurcuğuna güneş vurur. Fanilik içinde sonsuzluk arzusu çelişik gibi görünse bile zaman izafidir ve mutlak ölçüye vurulduğunda neyin tam kısa neyin uzun olduğuna karar verilemez. İnsana düşen geleceğin belirsizliği ile geçmişin hatırası arasında kendisine tutarlı ve anlamlı bir yer seçmesidir. Bu seçişledir ki onun çevresiyle ve diğer canlılarla kurduğu ilişkinin değeri belli olur. Kendisini yok sayan bir görüş ilk fırsatta ve kısa sürede başkalarını da yok etmeye çalışır genellikle. Kendi varlığının neşvesini duyan kişi ise diğer varlıkları yaşatmak için verecektir mücadelesini. Belki de yaşama duygusunun asıl başladığı idrak derecesi böyle başlar. Yokluğu değil varlığı korumak. Erdem budur.
Anneliğin bahar olmuş ilahiyatı denilebilir mi bu hale bilmiyorum ama içinde yaratma kadar merhamet, fedakarlık kadar aşk da barındırdığı kesin. Karşılıklı yarar ihtiyacının dengeleyici vasfı kabul edilmekle birlikte asıl atılımın fedakarlıkla başladığını hatta insan ırasındaki mutlak şiiriyetin böylece akışkanlık kazandığını en azından şairler kabul ederler. Bencilliğin dal kıran, meyve döken, sorumsuzluk uykusuna yatıp hesap yapan karakterini unutacak değiliz. Ne nerede neye karşı önde durup hayat olursa orada başlar insanın niteliği. Nitelik ölçüsünü aradan çekip aldığımızda bencillik kılıcının kesip biçmeyeceği ne vardır? Hep bir şeyler yapıp duran hep bir şeyler düşünüp giden canlı türüyüz. Gözümüz bir kalbin atışını bazen bir bileğin güzelliğinden çıkarıyor. En olmadık buluşları yapıp en zor engelleri aşabiliyoruz. Tabiattan çekip çıkardığımız bilgi binlerce yıldır mermere, taşa, deriye, kağıda yazılıp duruyor. Aklın evrimi hala mucizelerle dolu. Yaşayıp gidiyoruz hiç bitmeyen oluşların içinde durmadan.
Bununla beraber insan usanmaz bir yok edicidir. Teologlar, antropolog ve psikiyatrlar, edebiyatçılar hatta genbilim üzerine çalışanlar bu sebebin üzerine kafa yoruyorlar. Henüz üzerine anlaşılabilmiş bir ortak görüşten söz edilemiyor çünkü insan sürekli değişiyor. Bunca zaman farklı uygarlıkların yarattığı bilgiyi yakıp yıkmada tabiata bağlı sebepler dışında insan kadar zalimine rastlanmıyor. En zalim olduğu yerden ise şifalı su gözeleri kaynayıveriyor. Çağa, zamana, duruma, en kritik ana kolayca sığıp şaşırtıcı davranabiliyor insan. Onu hepten başı boş bırakmak mümkün görünmediği gibi içine dalındığında dipsizliğin sonu da bulunamıyor. İnsanın yüceliği hâlâ muamma tarafında.
Yaşayıp gidiyor insan bu hal üzre bitmeyen izleri arkasında bırakıyor. Tam artık her şey yerli yerine oturdu insanı yücelten değerler genel kabul gördü dediğiniz yerde bir barbarlık akımı patlayıveriyor. Hakkın, hukukun, değerin, inançların, ideallerin sınırları ihlal ediliyor. Oysa dünya bu kadar büyük değil. Uzaydan dünyaya bakıldığında kainatın ortasında yokluk izi gibi duruyor dünya. Bunca zaman bunca insan bunca şey nereye gitti kimse düşünmüyor. Atmosfer bir uzay duvarı gibi orada dururken insan nereye kaçacağını sanıyor? Amerika mı Asya’ya, Hindistan mı Afrika’ya uzak aslında? Haritalar bizi yanıltır. Göreceli olanın mutlaklığından söz edilemez. Görecelilik bir haktır ayrıca yokluk kuyusu değil. Onun kıymeti kaybedilmeden anlaşılamaz.
Tabiatın kendisini arıtma, yenileme, rehabilite etme gibi bir gücü var. Bir bahçeyi birkaç yıl kendi haline bıraktığınızda unutulmuş nice otun nice çiçeğin boy verdiği görülür. Dal gövdeye, yaprak dikene karışır. Bir serseri coşmadır bu. Yenilenmenin esrikliği en çok tabiatta gözlenir. Birkaç yüzyıldır insan bu haktan mahrum halde. Sanayi çağı sonrası oluşan toplum yapıları böylesi bir yenilenmeye imkan vermiyor. Her şey planlı. Yazılı çizili. Durma hakkı yok. Kendi icatlarının zincirine bağlanmış köle sanki. Gücü eline geçiren her tür programın aksamasını istemiyor. Kötülüğün bunca çoğalmasının bir sebebi de bu zapt u rapt hali. Alıp başını gitme hakkı yok artık kimsenin. Konforlu şekilde alıp başını gitmenin maddi karşılığı yüksek. Onu da para sahipleri yaşayabiliyor çokça. Yaşayıp giderken geçmeyen şeyler daha çoğalıyor artık yazık ki…














