Labirentindeki Meta-Dil

'Dil Varlığın evidir’

Böyle der Martin Heidegger.(1) Bu cümle, birbirine bağlı, ancak yine de iç içe geçmeyen, sadece yan yana duran iki şey söylüyor. Birincisi, Varlık ancak Dilde kendini buluyor, Varoluşunu, kendini orada gösteriyor. Ama bu kendini gösterme hali Dilin kapsama gücünün sınırlarına bağlı kalıyor, bu yüzden işte kendini asla tam olarak açığa çıkarmıyor. Zira Varlık Dilde açığa çıkmaz, Dil aracılığıyla ışığa kavuşturulur. Dil dışında biçimsiz ve karanlıkta olan Varlık, ancak Dilde biçimini buluyor: Bu da tanımlanması, tanımlanmasıyla birlikte sınırlanması ve hapsedilmesi demektir. Dil, kendi dışında ‘adsız’ ve ‘askıda’ olan Varlığı tanımlayarak insanileştiriliyor, insan dünyası demek olan Kültür içine alıyor. Ama, maalesef, asla eksiksiz olarak değil. Çünkü eksiksiz olup olmadığını bilebilmesi için bütün Varlığa ulaşabilmesi gerekir. Halbuki Dil dışı olan bilinemezdir. Sadece erimi içindekini bilebilir. Bu nedenle Dilin dışında kalanların ne olduğu da bilinemez. Bilinmez olan’ın belirli bir kısmı, ne kadarsa o kadar kısmı, ışığa kavuşurken, kim bilir daha neler kalıyor dışarıda. Dilin Varlığın evi olduğunu söylemek bu açıdan ev olan bir Dil ‘inşa etmek’, demek onu yapmak demektir: Yine yapmak giriyor araya. Söylenen ikinci şey ise evin yani Dilin dışında kalabilecek Varlıkların bulunabileceğidir. O Varlıklar o Eve henüz girememiş Varlıklardır. Onlar bize karanlıktır ve ışığa kavuşmayı, Dilin sıcak yuvasına girmeyi bekliyorlardır. Onlar hakkında, henüz hiçbir şey konuşulamaz. “Konuşulamayan hakkında susmalı” der Ludwig Wittgenstein.

(Burada sanat, ve elbette ki onların en yücesi, Varlıklarla konuşma yeteneği en geniş olan Şiir girer devreye. Şiir Dilin erimini, alanını genişleterek henüz bize karanlık olan Varlıkların da insanileşmesini sağlar. Böylelikle Varlık genişler. Bunu daha ayrıntıları ve örnekleriyle ele alacağız.)

Buradan şuraya bağlanabiliriz. Dil, bizim Dünyamızdır, kendimize kurduğumuz Dünyamız. Yapan ve yine içinde nefes alan biziz; İnsan. Dil dışında başka Dünyamız maalesef ve kendi doğası gereği yoktur. Bizim Dünyamız olan Dil dışında kalan ama işte bize ait olmayan kuşkusuz başka Dünya(lar) vardır. Böyle bakılınca asla Varlığa nüfuz edemediğimizi, ancak nüfuz edebildiğimiz Varlıklarla kendi insan-dünyamızı yaptığımızı söyleyebiliriz. İnsan-merkezli-Dünya. İnsan-merkezli-Dil. Kuşatıcı-Kültür.

Martin Heidegger’in bu sözleri söylediği dünyadan daha farklı bir dünyada yaşadığımız kuşku götürmez. “Dilin Varlığın evi” olduğu sözlerini söylemek artık o zamanki kadar ne kolay ne de anlamlı. Zira Dil parçalandı, bütünlüklü bir organizma olma halini yitirdi. Bir kere, herkesin dilinde pelesenk olmuş olan ‘enformasyon çağı’ (age of information) Dilin Varlığını tehdit ederek onun “form”unu, Varlığını dönüştürme aşamasına geldi. (İçinde yaşadığımız çağ ‘bilgi çağı’ –yani age of knowledge- değil; ‘malumat çağı’.) “Teknolojinin dili işgal edişi, ister istemez bilginin statüsünde de değişikliklere yol açıyor. (…) Giderek tek ölçüt haline gelen ‘performans’ ya da ‘en yüksek verimlilik’ ölçütü, dile de uygulanmaya başlanıyor. Kapitalizmi sadece bir iktisadi sistem olarak değil, aynı zamanda bir ‘istenç metafiziği’ olarak ele alan Lyotard, sermayenin hep “sonsuz” olanı elde etme isteğinin -ki bu ‘evren’ ya da ‘enerji’ gibi adlar da alabiliyor- dile yönelmesi olarak nitelendiriyor bu süreci. (…) Bilgi bir enformasyon yığını olarak görüldüğü için de, bilgi edinme etkinliği, genelde “tinsel bir eğitim”e ya da kişilere bağlı olmaktan çıkıyor.”(2) Dil, Lyotard’ın da vurguladığı gibi, eski tarz ifade etme gücünü ve biçimini yitiriyor. Bilgi ‘tinsel bir eğitim’le, yani deneyimle elde edilen bir hakikat olmaktan çıkıp, bir biçimde ulaşılan ‘enformasyon’a dönüşüyor. Şimdi artık, belki de, “Dil Varlığın enkazıdır” demek gerekiyor.

Ve şu soruyu sormak: “Dilin Varlığı nasıl olup da Varlığın Dili” haline gelebilir?

Bu aşamada ‘meta-Dil’den ne kastettiğimi biraz daha açıklamam gerek. Burada asıl olarak ‘üst-Dil’den söz ediyorum. Yani Dilden söz eden Dil. Dilin üzerinde yükselen bir başka, üst Dil. Örneğin Ağaç dediğimizde bu Varlık olan Ağacı gösterir. Ağacı tırnak içine alıp da ‘Ağaç’ dediğimizde artık gösterdiğimiz Varlık olarak Ağaç değil, ‘Ağaç’ kelimesidir. Meta-Dil artık Ağacı, yani Varlığı değil, ‘Ağaç’ kelimesini, yani Varlığı gösteren kelimeyi kendine temel alır. Artık gösterdiği Varlık –ki buna ne kadar Varlık diyebiliriz- “Varlık olarak Ağaç kelimesi”dir: Varlık gitmiş yerini, o Varlığı simgeleyen kelime almıştır. (Meta –önekiyle bir çok tanım geliştirilebilir: Meta-Kültür, Meta-Şiir, Meta-Felsefe vs. vs.) Zaten dolayımlı olan Dil yeni bir dolayım daha kazanmıştır; labirentini büyütmüştür. Varlıkla kendi arasındaki mesafeyi uzatarak.

Bu tabir, ironik bir biçimde, Dilin metalaşması olarak da okunabilir. Ki Türkiye’de bilir bilmez bazı kişilerce meta-Dil deyince yanlışlıkla bu anlaşılır. Meta-Dil, gerçekten de, bir eğretilemeyle, Dilin metalaşmasına da gönderir. Malzeme olmasına. Değiş tokuşuna. Kullanım değerine.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum