Şairler üzerine notlar
Bu köşede en son yayımlanan Aşkın İmkânsızlığı Üzerine Bir Diyalog adlı yazım aynı kitabın giriş bölümüydü. Kitabı her hafta burada tefrika etmeyi düşünmüştüm. Bu şekilde disiplinli bir şekilde kitabı yazıp tamamlayacaktım. Ama daha sonra bunun yazma sürecinin mahremiyetini bozacağı düşüncesiyle bundan vazgeçtim.
Şimdi ise birkaç hafta boyunca şairler üzerine kısa deneme sayılabilecek yazılar yazmaya niyetlendim. Bu haftaki yazım küçük İskender üzerine. Haftaya İsmet Özel’i yazacağım.
KÜÇÜK İSKENDER: KENDİNİ HARCAMA SANATI
Çok değil beş yıl sonra Küçük İskender okunmayacak. Tanışırdık, kendisini severdim ama yeterince donanımlı değildi; bir vizyonu yoktu. İlk şiir kitabı ‘Gözlerim Sığmıyor Yüzüme’ iyiydi ama daha sonra şiirini çoğaltıp çok vasat ve ortalama beğeniye seslenen şiirler yazdı. Çok yazmasının sebebi yoksulluktuysa gidip fabrikada çalışsaydı zira şiir üzerinden para kazanmaya çalışmak şiire zarar verir.
(Zaten kazanılamaz; o da kazanamadı.) Yeterince okusaydı ve şiir kuramından, dünya şiirinden haberdar olsaydı çok daha önemli bir şair olurdu. Ama maalesef ki popülizme kurban gitti ve eşcinselliğini kullanmakla başkaldırmayı birbirine karıştırdı. Eğer eşcinselliğinden bir pazarlama unsuru olarak değil de gerçek anlamıyla bir ayrıksılık, dışlanmışlık, ifade güçlüğü ve başkaldırı, sapa düşüncelere girme ve kimsenin görmediği gerçekleri dile getirme biçimi olarak yararlansaydı, işleseydi belki bize özgü bir ‘underground’ şiire ulaşabilirdi. Ne yazık ki dünya edebiyatında çok çok önemli olan Kerouac ya da Burroughs gibi yazarları değil de Bukowski gibi donanımsız, sentimentalist ve yaşamıyla ilgi çeken orta karar bir yazara öykünmekle kalmasaydı, ‘underground’ edebiyatın (ve tabii şiirin) avant-garde ile olan temasını ve iç içeliğini kavrayıp bu doğrultuda ilerleseydi çok daha önemli bir şair olabilirdi. Ama bunu yapacak ne enerjisi, ne zamanı ne de donanımı vardı. Zira yoksul olduğu gerçeğine ve bahanesine sığınarak yazmak ona çok daha kolay ve öncelikli geldi. Daha çok yazarak daha çok görünür olmalıydı, çünkü ancak bu şekilde geçinebilirdi. İşte bu yüzden gerektiğinden az okuduğunu sanıyorum. Kendini geliştirecek zaman bulamadı. Yaşam tarzı da buna el vermedi. Dik kafalı biri olması beklenirken uysal biri olmayı tercih etti. (Bu da şiiriyle çelişkili bir edebiyat ortamının kurallarına uymasına neden oldu.)
İskender’in kimseyle şiir konusunda polemiklerden ayrı olarak ciddi bir şiir tartışmasına girdiğini hatırlamıyorum. Şiiri üzerine çok da derinleştirici şeyler de yazmadı. Şiirini bir silah olarak kullanabilecek ve kurulu düzen için bir tehdit oluşturabilecekken ‘ilginç bir marjnal’ olmayı seçti. Ya da bu tuzağa düştü. (Örneğin şiir kitaplarını ve şairler üzerine kısa değerlendirmelerini bir araya topladığı Şiirli Değnek önemli sayılabilir; ama bu değerlendirmeler de kuramsal ve eleştirel bir bakışla yazılmış değillerdi, daha çok İskender’in beğenisiyle sınırlı kalan yazılardı.) Düzenlediği ve benim birkaç kere gittiğim şiir gecelerini sistem karşıtı birer ‘performans’a dönüştürebilirdi (ama dedim ya onun vizyonu yoktu, ya da çok dardı).
Oysa o geceler alkole ve sigara dumanına gömülmüş çoğu vasat şairin eğlence gecelerine dönüştü. Halbuki doğası gereği karşı durması gereken sisteme karşı çok sert muhalefet edebilir, sistemin açıklarını ve sahtekârlığını ortaya çıkarabilir, sistemi rahatsız edebilirdi. Ama o ‘marjinal şair’ imgesiyle yetinip kendi bahçesinde uysalca eğlenmeyi ve yaşamayı seçti. Beklentileri karşılamalıydı, ama karşılayamadı. Oysa şiirlerinin Memet Fuat tarafından Adam Sanat’ta yayımlanmasıyla edebiyat ve şiir çevrelerinde okur katında da karşılık bulan bir heyecan ve beklenti yaratmıştı. Hatta kimileri tarafından ‘yeni Nâzım Hikmet’ olarak bile nitelendi. Yani şiire 1-0 önde girmişti. Memet Fuat tarafından da çok destekleniyordu. İlk kitabının başarılı olmasının da şairin bu şiirleri yazarken kendisiyle daha mahrem, masum ve saf bir ilişki kurmuş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Giderek popülerleşince bence mahremiyetini yitirdi, kendisiyle kurduğu ilişki bozuldu ve giderek saflığı bulandı. Şiirlerinin kazandığı başarı da onun yazdığı şiiri çoğaltmasına ve okurların beğenisine teslim olarak okurun kendisinden beklediği şiiri yazmasına neden oldu. Şiiri giderek güç kaybetti, sentimentalizm batağına saplandı ve son kitaplarında iyice vasatlaştı. Yaşam tarzı da şiirle şiirin beklediği ve elbette hak ettiği disiplinli bir ilişki kurmasını önledi.
Ne var ki İskender gerçek bir şair yaradılışına sahipti; nadir rastlanan bir yeteneği vardı. (Yeteneğine fazla bel bağladığını düşünüyorum. Şiirin gerektirdiği kadar çalışmadı, kendini besleyip geliştirmedi.) Ne yazık ki her alanda olduğu gibi çalışmadıkça yetenek tek başına yeterli olmaz. Vasat bir şair bile çok çalışırsa belli bir yere varabilir, ama tabii ki yetenekli bir şairin seviyesine asla ulaşamaz. Onda şair tılsımı vardı. Ama kendini çok tekrarladı, ele aldığı konular dar bir çerçevenin dışına çıkamadı. Ve ne yazık ki yaşam tarzının sonucu olarak çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Halbuki Can Yayınları kitaplarını basmak karşılığında ona Bodrum’da bir ev satın almıştı. Son yıllarında nihayet içinde kendini güvende hissedebileceği bir eve kavuşmuştu. Ne var ki bunu uzun yıllar yaşayabilecek şansı olmadı. (Acaba o ev şimdi ne oldu?) İskender tam anlamıyla yeteneğini ve kendini harcamış bir şairdir. Yine de arkasında cılız da olsa hoş bir sadâ bırakarak gitti.