Sanat 'sanat' içindir!
Yanılmıyorsam 90’ların sonuydu, Radikal gazetesinde yazıyordum, Jean Baudrillard ülkemize geldi ve İzmir ile İstanbul’da iki konferans vererek artık herkes tarafından bilinen görüşlerini yineleyip ülkemizden ayrıldı. Bu kışkırtıcı Fransız filozof ‘sanatın artık bir hiç olduğunu, her sanat dalının performansa dönüşerek kendini yok ettiğini’ açıkladı yine kendisiyle yapılan bir röportajda. Ben, bu gözü kara filozofun söylediklerinin birçoğuna katılıyorum, her ne kadar fazlasıyla spekülatif ve aşırı karamsar görünse de. Baudrillard’ın önemle dikkatini çektiği nokta artık bir simulakr labirentine dönüşmüş olan dünyamızda sanatın asli varoluş nedenini ve dahi gerekçesini yitirmiş, bir oyuna, karşılığı olmayan bir oyuna dönüşmüş olmasıdır. Peki böyle bir durumda, varoluş nedeni birdenbire, ansızın yok olan, varoluş zemini ayaklarının altından kayıp giden sanatçı ne yapacaktır da sanatı eski görkemli, bir aura barındırdığı varoluş haline yeniden kavuşturacaktır? Sanatın ve sanatçının önünde ne gibi tutum belirleme seçenekleri bulunmaktadır? Yoksa sanat ölüp mumyalanacak ve sadece salonlarda yaşama alanı bulan, kitap sayfalarının matbu harflerinde yaşayan nostaljik bir ‘ifade biçimi’ olarak mı kalacaktır? Bunlar üzerinde düşünülmesi gereken sorunlar, yanıt aranması gereken sorular olarak görünüyor. Bu soruna, soruya çözüm bulunmadan yazılan her roman, şiir, yapılan her resim, bestelenen her müzik eseri işlevsiz bir gösteriden öte bir anlam taşımayacaktır. Öncelikle içinde bulunduğumuz, neredeyse çıkışsız görünen bu duruma aymak, bu durumun farkında olmak, daha sonra da bu farkındalığın bize kazandırdıklarını yansıtıp barındıran eserler üretmek gerekiyor. Bunun aksi, sanatçıların dar bir sanat kurumu içinde kendilerinin çalıp kendilerinin oynaması anlamına gelecektir. Bir tür loncada dolaşımda olmak yazgısına mahkûm olacaktır sanat.
Sanat derken yürürlükteki sanatsal kriterlere göre üretilen sanatı kastetmiyorum kesinlikle. Şu durumda, daha çok eğlence estetizmine kurban edilmiş sanat popüler kültürün gereklerine boyun eğerek kendini üretiyor. Bu anlamda yapılan müzik albümlerinin milyonlarca, bazı ‘roman’ların yüz binlerce satması sanatın dirildiğinin, ya da yaşadığının bir göstergesi olarak kabul edilemez. Bunlar kapitalizmin değiş tokuş yasası uyarınca, kitlelerin ortalama beğenisine seslenen, edilgen sanat yaratımlarıdır ve sanat tarihi içinde hiçbir şekilde, hiçbir yer tutmaları mümkün değil. Zaten sanat tarihi içinde bir yer tutmayı da amaçlıyor değiller, zira sanatın tarihsel gelişim koşullarından da bihaberler. Baudrillard’ın yok olduğunu ileri sürdüğü sanat ‘has sanat’tır, Walter Benjamin’in anladığı anlamda, bir aurası, biricikliği ve tekrarlanamazlığı olan sanattır. İnsanoğlunun bu dünyaya fırlatılmışlığının yarattığı varoluş acısının dışavurumu anlamındaki vazgeçilemez, insanlıkla ve insanın varoluşuyla ilgili sorunları ele alıp sorun eden ve onlarla yüzleşen sanattır. Yoksa o da sanatın öldüğünü, artık bir hiç olduğunu söyleyerek yaygınlaşan bu sanatı kastetmektedir aslında. Sanat her yere yayılarak, popüler kültürün kodlarını kullanarak kendi yok oluşunu hızlandırmıştır. Popüler kültür de sanatın kodlarını kullanmaktadır. Sanat her yerde olduğu için hiçbir yerdedir artık.
Bu sorunları her sanatçı gibi şairler de, sanatın en hası olan şiir de derinden hissetmektedir. Şair bunun, ‘nedensiz varoluşun sancısı’nı çekmektedir. Söz daha ağızdan çıkar çıkmaz popüler kültürün uğultusuna karışıp buharlaşmakta, şair daha sözcükleri kâğıda yazdığında onlara yabancılaştığını hissetmektedir. Hatta ne kadar iyimser olsa da birçok sanatsal çaba varolan uğultuya bir gürültü daha eklemekten, böylece uğultuyu daha da yoğunlaştırmaktan kurtulamıyor. Sesler müzisyenlere, renkler ve fırça ressamlar, mermer heykeltıraşlara, dil yazarlara deva olmuyor. Onların kendilerini, insanlığın bir üyesi olarak kendilerini ifade etmelerine, sancılarını dışa vurmalarına yardımcı olmuyor. Şimdi artık dil çalınmış; yerine yeni bir dil bulunamadığı için de sanatçılar dilsiz kalmışlardır.
Sanatın günümüzdeki kadar iğdiş edildiği, bir toplumsal düzen tarafından bu kadar ele geçirilip keyfince üretilip, kullanılarak, ele geçirilip yeniden üretilerek yeniden kullanıldığı bir dönem olmuş mudur insanlık tarihinde? Hayır, kesinkes söylüyorum böylesine karanlık bir çağ hiç olmamıştı. Sanatçı hiçbir zaman yürürlükteki toplumsal düzenekler tarafından deşifre edilip çaresiz bırakılmamıştı. Eserine hiçbir zaman bu denli yabancılaşmamıştı. Yarattığı sanat eserine bu kadar yabancılaşmamıştı. Eserinin karşısında hiçbir zaman bu kadar aptal ve ahmak durumuna düşmemişti. Şimdi sanatçının yarattığı sanat değil, sanat diye dolaşımda bulunan eserler de sanatçıyı yansıtmıyor. Sanatın dolaşımda bulunma koşulları sanat tarafından değil, kapitalist toplum düzeni tarafından belirleniyor. Ve bunun dışında kalan, ya da kalmaya çalışan – ki böyle bir girişime ne ülkemizde ne de dünyada rastlanmıyor, bilgisayar sanatı, internette sanatın yeni bir dolaşım alanı bulması gibi girişimler geçici ve işlevsiz girişimlerdir, sorunu kökünden ele almıyorlar bunlar – sanat eserleri kendi yalnızlığına terk edilme yazgısıyla karşı karşıya. Çok geçmeden bütün sanatsal kriterleri büyük dağıtımcı kuruluşlar belirleyecek. Onların sanatsal kriterlerine uymayan sanat eseri dolaşıma giremeyecek, dolayısıyla toplumda – varsa bir karşılığı – karşılığını bulamayacak. Ses, yankı vermeyecek.
Ben sanat ‘sanat’ içindir derken, Paul Valery’nin başını çektiği o yüzyıl başı sanatsal girişimi, saf sanatı savunuyor değilim. Ama sanat olmayan bir sanatın da insanlığın ve tarihin sanattan beklediklerini karşılayamayacağını biliyorum. Nitekim şu anda içinde bulunduğumuz durumda sanat popüler kültürün baskılarına maruz kalıyor, buna karşı durmak isteyen kimi aymazlar ve toplumsal düzeneğin işleme biçiminden habersiz olanlar da sanatı ideolojinin boyunduruğu altına sokmaya çalışıyorlar. Sanatı günümüzde içinde bulunduğu bu takatsizlikten kurtarmanın yolu onu ideolojinin – hangi ideoloji olursa onun – hizmetine koşmak değil, sadece sanatın ontolojik varoluş koşullarının bilincine vararak onu başlangıç noktasına yeniden götürmekten geçiyor. Artık ilkel bir sanata ihtiyaç var! Şurası kesin ki sanat ancak kendisi olduğunda başka hiçbir düşünce ve yaratma biçiminin karşılayamayacağı toplumsal gereksinimleri karşılayabilir. Sanat ancak kendisi olarak kendisinden beklenenleri verebilir. Sanat kendisi olmadıkça, işlevsizleşecek ve kapitalist sistemin kolayca değiş tokuş edilebilir metalarından biri haline dönüşecektir.
Şimdi bir kez daha yineliyorum: Sanatın dili kapitalist sistemin kurumları, popüler kültürün yönlendiricileri tarafından çalınmıştır! Deşifre edilmiştir ve bu deşifre edilen dille kapitalist sisteme özgü bir yarılmayla soysuz bir sanat ortaya çıkmıştır. Sanatın şimdi yapması gereken şey, geriye çekilmek, içine gömülmektir. Bu içine gömülüşle yeni ve aritmik (yani bu çağın ritmi olan aritmi) bir dil bulacak, bu dil henüz ele geçirilmemiş bir dil olacaktır. Sanat, bu insanlığın hem tinsel hem fiziksel varlığının tehdit altında olduğu çağda insan varoluşunun nedensizleşen sancılarını ifade etmeye yönelmelidir. Demek ki sadece yapı olarak değil, sadece biçim olarak değil, konu olarak da ilkel olana dönmeli, zaten her gün yaşadığımız ilkel varoluş sancısını yansıtmalıdır. Yapı olarak da deşifre edilmemiş yeni bir sanatsal yapı keşfedilmeli ve bu keşfi derinleştirecek eserler vermelidir. Bir sanat eserinin çok büyük bir çoğunluk tarafından kabul görüp onaylanması o sanat eserinin başarısı olduğu anlamına hiç gelmediği gibi, belki de, belki de değil kesinlikle estetler ve eleştirmenler ama en çok da dağıtımcılar tarafından yönlendirilen eğlence estetizminin gereklerini yerine getirerek sanata ihanet ettiğini gösterir. Şimdi yenilikçi, arayış içinde olan, dil tutulmasını aşmaya, varoluş gerekçesini yeniden elde etmeye çalışan bir sanata gerek vardır.
Bu sanatın yolu çağımızın labirente dönen yolları arasında dolanarak değil, bu uygarlığın dışında kalarak ulaşılacak yeni ifade biçimlerinden geçiyor. Doğrudanlıktan, anlamın yoğunlaştırılmasından geçiyor.
Sanat artık kendisi olma sorunuyla baş başadır günümüzde. Kendisi olsun ki insanlığın hallerini, duyarlıklarını ve en çok da varoluş sancısını dile getirebilsin.
Bu açıdan diyorum işte sanat ‘sanat’ içindir diye.