Yazılı günler…
Hayatın acıma nedir bilmez akışı içinde kendimizi unuturuz. Akış, bizi kendisiyle beraber sürükler ve bir de bakarız ki hiç ummadığımız bir yere gelmişiz; aradan yıllar yıllar geçmiş ve bu süre içinde hiç öngörmediğimiz bir kişi olup çıkmışız. Hayat, acıma nedir bilmez akışıyla bizi bir yerden bir yere sürüklerken, olduğumuz kişiden başka bir kişi yapar bizi.
Günlük tutmak, işte bu kendimizi unutma durumuna karşı bizi uyanık tutar. Günlüğümüz aracılığıyla düzenli aralıklarla kendimizle konuşur, kendimizi tazeleriz. Günlükler, kendimizi sürekli izleme şansı sunar bize. Tutarlı bir hayat sürmemize yardımcı olur. Kendimizle sürekli iletişim halinde olmamızı sağlar. Günlük tutarak, inanın hiç abartmıyorum, kendi hayat çizgimize daha bir hâkim olur, kendi hayatımızın iplerini daha bir sıkı elimizde tutarız.
Günlükler bize kendimizi hatırlatır. Varlığımızı ve bu dünyada doldurduğumuz yeri unutmamızı önler.
Çok çeşitli günlük tutma yöntemleri vardır elbette ve aynı oranda da çok çeşitli günlükler. Yazarların, sanatçıların tuttuğu günlüklerin yanı sıra II. Dünya Savaşı’nda başından geçenleri yazan Anne Frank gibilerin tuttuğu edebiyat dışı günlükler de vardır. Anne Frank bu olağanüstü güzel günlüğünde Nazi soykırımını çok çarpıcı bir biçimde, herhangi bir ‘kurgusal’ eserden çok daha canlı olarak yansıtmıştır. Hâlâ daha bu kadar çok okunmasının temelinde günlük gibi çok samimi bir türde yazılmış olmasının payı olduğu inkâr edilemez. Anne Frank’in günlüğü, tarihin belli bir dönemine ışık tutan, insan tekinin ya da topluluklarının yaşadığı trajedileri yansıtan, yaşamın gerçekliğinden süzülmüş günlüklerin çok yetkin bir örneğidir. Hem de –ve belki de bu yüzden– bir çocuk tarafından yazılmış olmasına karşın.
Yazarların ürün verdikleri kendi edebi türlerinin yanı sıra günlük tutmaları da çok sık karşılaşılan bir durumdur. Çeşitli dünya ve Türk yazarı günlük türünde eser vermiştir. Biz onların günlükleri aracılığıyla bir tür “edebi röntgencilik” yapar, onların kişiliği ve hayatları hakkında ‘kurgusal olmayan’, daha samimi ve sahici bilgiler elde ederiz. Örneğin, ben kendi adıma, günlük okumaya bayılırım. Zira günlüklerde, sevdiğim bir yazarın, ‘kurgusal’ eserlerinde ifade olanağı bulunamamış gerçeklerle karşılaşırım. Onların hayat serüvenlerinin köşe taşlarını, yaşadıklarına karşı verdikleri tepkileri bulurum. Hem de ilk ağızdan tanırım onları. Varlıklarının röntgen filmini çekerim. Oldukları gibi görünür kılar bu onları. Gizli saklı yönlerini açığa çıkarır. Ve varlıklarını daha bir gerçek kılar. Gerçek yazarı, bir insan olarak yazarı ya da sanatçıyı bulurum. Aramızdan biridir onlar günlüklerinde. Zayıf ve güçlü yanlarıyla.
Günlüklerin yanı sıra yazarlar ya da sanatçılar defterler de tutar. Bu defterler de bir çeşit günlük ama daha çok ‘işlik günlüğü’dür bunlar.
Daha önce de belirttiğim gibi birçok günlük tutma yöntemi, bir o kadar da günlük çeşidi vardır. Örneğin İsviçreli yazar ve filozof Henri-Frederic Amiel sadece günlük tutmuş, günlükleri dışında eser vermemiştir. Ona günlük yazarı diyebiliriz. İnatçı bir düzenle tuttuğu yaklaşık 17.000 sayfalık bir günlüğü vardır. Bu günlüğün dünya tarihinde eşi benzeri yoktur. Yazarın, ülkemizde de iki ciltlik bir seçme halinde yayımlanan (Mor Yayınları) bu günlüğü tutmasının temel nedeni, kendini tanımadaki saplantılı tutkusudur; ki bu özellik bütün günlüklerde görülen temel özelliktir.
Bir başka günlükçü yazar olarak niteleyebileceğimiz isim Amerikalı kadın yazar Anais Nin’dir. Anais Nin, binlerce sayfa uzunluğundaki günlüklerinde daha çok kadın cinselliği ve cinsel hakları konusunda yazsa da, döneminin yazarlarına da geniş yer vermiştir. O, çalkantılı denebilecek hayatını ‘olduğu gibi’ günlüklerine geçirmiştir. Özellikle ünlü Amerikalı yazar Henry Miller ile ilişkilerini anlattığı bölümler ilginçtir. Bu günlüklerin bir bölümü Can Yayınları tarafından dilimize de kazandırılmıştır.
Havagazıyla intihar etmiş olan İtalyan şair ve yazar Cesare Pavese’nin ‘Yaşama Uğraşı’ (Can Yayınları) adlı günlüğü, neredeyse onun ‘kurgusal’ eserlerinin başarısını da, ününü de aşmıştır denilebilir. Bu kitap, acılarla dolu geçen bir hayatın gerçek ve samimi bir tutanağıdır. Sadece kendi hayatının bir tutanağı olmakla kalmayan kitap, yazarın yaşadığı dönemin insani trajedilerini, çalkantılarını da çok iyi ‘belgelemektedir’.
Yine çok erken yaşta veremden ölen ve eserlerini de yakılmasını isteyerek öldürmek isteyen Franz Kafka’nın günlükleri (Cem Yayınevi) yazarın hikâye parçalarının, günlük hayatın dramını yansıtan notların, felsefi saptamaların, İkinci Dünya Savaşı’nı öngören ruh halinin ve dönemin bürokratik kapitalizminin nefis toplamından oluşmaktadır. Bu günlükte, bir insanın nasıl yavaş yavaş kendini öldürdüğüne tanıklık edilmektedir.
Büyük aşk şairi Cemal Süreya’nın ‘999. Gün’ adlı günlüğü ise daha çok bir şiir günlüğü özelliği göstermektedir. Süreya, bu günlüğünde, farklı bir yol izleyerek, sadece şiir üzerine görüşlerini bildirmekle kalmamış, şairlere ilişkin görüşlerini de kendine özgü ironik üslubuyla belirtmiştir. Cemal Süreya’nın bu günlüğü, yukarıda söz ettiğimiz günlüklerin dışında, mesleki kaygılarla tutulmuş, meslek içi bir günlük olarak nitelenebilir. Ama nefis bir günlüktür.
Keza yaşayan en yaşlı şairlerimizden İlhan Berk de ‘Kült Kitap’ (YKY) ve ‘Şeyler Kitabı’ adlı eserlerinde günlük ile defter arasında gidip gelir. ‘Kült Kitap’ta şairin şiire başladığı tarihten bu yana şiir üzerine görüşlerini, tartışmalarını, dipnotlarını bulabiliriz. “Şeyler Kitabı” adlı şiir kitabında yer alan defterlerinin tıpkıbasımları da şairin şiir yazma aşamalarına tanıklık etmemizi sağlıyor.
‘Mesleki günlükler’e ülkemizden en güzel örnek eleştirmen Fethi Naci’nin tuttuğu ‘Eleştiri Günlükleri’ni örnek olarak verebiliriz. Naci, bu birçok cilt tutan eserinde, eleştirilerini günlük biçiminde yazmış, bir tür okuma günlüğü tutmuştur.
Yazımızın önceki bölümlerinde yazarların ya da sanatçıların günlüklerin yanı sıra defterler de tuttuklarını belirtmiştik. Defterler daha çok mesleki notlardan oluşan çalışmalardır. Bunların en önemli örneklerinden biri olan ünlü Fransız filozof ve yazarı Albert Camus’nün üç ciltlik defterleri İthaki Yayınları tarafından ülkemizde de yayımlandı. Bu defterlerde Camus’nün ‘kurgusal’ eserlerinin çatısını oluşturan düşüncelerini, roman ve hikâye parçalarını, 20. yüzyılın siyasal ve kültürel gelişmelerine ilişkin yorumlarını bulabiliriz. Camus, bu defterlerde, yazar kişiliğinin yanı sıra ve hatta ondan daha çok insan olarak karşımıza çıkıyor. Günlüklerin ya da defterlerin önemi de burada zaten. Yazarların karşımıza etten kemikten insanlar olarak çıkmaları.
Günlükler mi? Günlükler birer ‘röntgen filmi’dir ve en önemlisi hayata karşı uyarıcıdırlar.
Unutkanlığa karşı birebirdir günlükler.