Arap Baharı’nda son perde ve Muhammed bin Selman

Bir Suud gazetesi Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın, zihnimizde yer eden eylemi ile Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı İstanbul’da Türkiye topraklarında öldürten kişinin, dünkü Ankara ziyaretini Arap Baharı’ndan sonra bölgenin yeniden barış ortamına kavuşması olarak tarif ediyor.

Bunu Ankara açısından tercüme edersek 2010 yılından başlayarak demokrasi, insan onuru, yolsuzluktan kurtulmak ve adam yerine konulmak için sokağa çıkan Arap halklarının yanında duran Türkiye, bu duruşa karşı otoriter rejimlerin temsilcisi Suudi Arabistan karşısında mağlubiyetini dün itibari ile kabul etmiş oldu.

Arap sokaklarında yaşananlar için fazla romantik olmaya gerek yok. Ülkelerin gelişmişlik endeksi, refah seviyeleri ve sivil toplumun o günkü hali ile bir gecede ideal demokratik bir düzene geçişi zaten kimse beklemiyordu. Ama en azından sokak hiç olmadığı kadar bir aktör olmuştu. Daha ilerisi de olmadı zaten. İşte dün Erdoğan açısından bu defterin kapandığının ilanı idi.

Selman’ın ziyareti bu yargıyı doğrulayabilecek en sembolik ve doğru adım. Beşşar Esad’ın ziyareti bile, eğer olsa idi, Rusya’nın bölgedeki rolü, İran’ın verdiği destek ile açıklanabilirdi. Yani Arap Baharı’nın dinamiklerinden bağımsız bölgesel ve küresel jeopolitik ile izah edilebilirdi Esad ziyareti.

Birleşik Arap Emirlikleri de Arap Baharı’nda yine toplumsal taleplere hem karşı oldu hem de rejimleri destekledi. Ama, belki de arkasındaki İngiliz etkisinin de rolü ile, BAE’nin o zamanki veliaht prensi şimdiki yöneticisi Muhammed Bin Zeyd; Muhammed Bin Selman gibi ne içerde kıyasıya bir iktidar savaşı yaşadı ne de dünyada Selman gibi otoriterliğin ve baskının mücessem hali olarak algılandı.

Arap ülkelerindeki belki en demokrasiye benzer süreci yaşayan Mısır’da gerçekleşen kanlı Sisi darbesi ve sonrasında seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin cezaevinde hayatını kaybetmesinin etkileri de en azından şimdilik küresel vicdanda çok yara açmadı.

Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında yeniden şekillenen jeopolitik haritada, daha önce silik olan ama şimdi kalın kalemlerle çizilen sınırların bir yanı demokrasi diğer yani otokrasi olarak etiketleniyor. Bunu teorize eden de Soğuk Savaş 2.0’ın mimarı Batı ülkeleri.

Bugün demokrasi ve değerler üzerinden yeni küresel sınırlar çizen Batı ülkelerinin hiçbiri, kurumsal olarak Avrupa Birliği dahil, Mısır’daki katliamları ve darbeyi kendine dert etmedi.

Ama Muhammed Bin Selman öyle değil. Trump doktrinin Orta Doğu’daki uzantısı olarak yükselen Suudi Veliaht Prens, İstanbul’da kendi ülkesinin başkonsolosluğunda yine kendi ülkesinden bir gazetecinin Stephen King romanlarını aratır bir şekilde katledilmesi emrini verdi. Sonrasında ise doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan katili neredeyse parmağı ile işaret etti.

Erdoğan Selman ile bu kavgasında yalnız kalmamak için CIA’den BM’ye kadar birçok kuruluşu sürece dahil etti. Açıklamaları, paylaştığı kanıtlar ve yargı süreçleri ile dünya kamuoyunu Selman’ın cinayetin azmettiricisi olduğuna ikna eden de Erdoğan oldu.

O kadar ki, dünya tarihinde birçok kitlesel cinayet kayıtlara istatistik olarak geçerken Cemal Kaşıkçı’nın önce boğularak, sonra parçalara ayrılarak sonra da asit kazanında eritilerek öldürülmesi en soğukkanlı reelpolitikçileri bile en azından sessizliği itti.

Göreve geldiğinde dilinden düşürmediği insan hakları ve demokrasi önceliklerini Putin tehdidi yüzünden alakart bir tutumla duruma göre revize eden Biden yönetimi nasıl Erdoğan’la görüşürken konuşma notlarından bu öncelikleri çıkardı ise Suudi Arabistan’la da tutum değiştirdi.

Ama işte orada bile hala bir çizgi görülüyor. En azından şimdilik, Biden Riyad’a gittiğinde Selman ile görüşmeyi planlamıyor. Bu elbette ABD’nin sadece Irak’ta neden olduğu yıkımı unutturmaya yetmeyecektir fakat vakıa bu.

Buna ister asgari tutarlılık mecburiyeti deyin, ister Washington’da Suudi Arabistan büyükelçiliğinin bulunduğu caddenin adının Cemal Kaşıkçı olmasının yükü deyin, ister reel politik için yumuşak geçiş açısından işi zamana yaymak deyin; Erdoğan’ın gösterdiği kıvraklığı Biden en azıdan an itibarıyla göstermiş değil. Yeri değil belki ama Biden Suudi Arabistan’a bile giderken yolu ne zaman Ankara’ya düşecek o da ayrı bir soru işareti.

Sonuç olarak elbette ikili ilişkiler tek bir konu tarafından esir alınamaz. Diplomasi tarihi de birçok gerilimler, savaşlar ve tokalaşan düşmanlar anekdotları ile dolu. Sebepler, gerekçeler herkese göre değişir ama sonuçlar çoğu zaman herkesi bağlar.

Dün Ankara’ya gelen Selman’ın ziyareti yakın tarihe biraz geniş bir açıdan baktığınızda Arap Baharı’nda iki uçta duran Erdoğan’ın mağlubiyeti, Selman’ın ise zaferi olarak hafızalardaki yerini aldı.

Ziyaretin Türkiye'nin muhataplarına verdiği en net mesaj da her krizde eğer yeteri kadar beklerlerse Ankara’nın istedikleri noktaya geleceği oldu. Yeter ki biraz sabretsinler.

Nitekim Türkiye'nin pragmatizmle ve realist dış politika yapımıyla açıklanamayacak birbirinden 180 derece zıt bu adımları Ankara'nın diğer başlıklardaki pozisyonunu daraltıyor. Zira pragmatizm, tutarsızlık değil bilakis özünde çıkarlarını maksimize edecek düzeyde sert realist bir çizgiyi takip etmeyi gerektirir. Dün Kaşıkçı'dan dolayı alınan radikal pozisyon bugün Selman'la görüşerek imha edilen Ankara imajı, Türkiye'nin çıkarlarını koruyamamıştır.

Ortaya çıkan fotoğraf da dış politikanın Türkiye’yi zorladığı bir noktayı değil, ekonomik krizin ve Merkez Bankası’nın boşalan kasasının Erdoğan’ı getirdiği yeri simgeliyor.

Beştepe’deki gülen yüzlerden, sıkılan ellerden hem Türkiye’de hem bölgemizde Türkiye adına hayaller kuranlar açısından çıkarılacak çok dersler var. Gelecek için de.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum