Avrupa Birliği hâlâ radarda mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğinin karara bağlanacağı Vilnius zirvesine giderken pek de beklenmeyen bir şart öne sürmüştü.

"Şu an 50 yılı aşkın zamandır Avrupa Birliği kapısında bekletilen bir Türkiye var ve şu anda NATO üyesi ülkelerin hemen hemen tamamı Avrupa Birliği üyesidir. Türkiye'yi Avrupa Birliği kapısında 50 yılı aşkın zamandır bekleten bu ülkelere buradan sesleniyorum ama aynı zamanda Vilnius'ta da sesleneceğim; önce gelin Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç'in de önünü açalım.”

Türkiye’nin uzun zamandır gündeminde olmayan hatta neredeyse tümüyle unuttuğu bir başlık Erdoğan’ın cümleleri ile tekrar konuşulur oldu.

Sonda söylenecek olan başta ifade etmek gerekirse Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olması ne Ankara için ne de Brüksel için gerçekçi bir hedef değil. AB nihayetinde siyasi bir topluluk ve bu topluluğun ana parametrelerini demokratik kriterler oluşturuyor.

Bu ifadede itiraz edecek elbette çok unsur var. Bazı üye ülkelerin anti-demokratik uygulamaları ya da üyeler dışında demokrasi ile bağdaşmayan birçok uygulamaya destek vermesi AB’nin bu konudaki sicilini kirletiyor.

Fransa’daki radikal seküler uygulamalardan Macaristan’da Orban yönetiminin mülteci karşıtlığına kadar örnekler çoğaltılabilir. Arap Baharı’na sırtını dönmesinin gösterdiği gibi AB’nin dünyada demokrasinin şampiyonluğunu yapmadığı da ortada.

Ama hala yönetimde şeffaflık, basın özgürlüğü, hukuk devleti gibi temel kriterlerde Türkiye’nin AB standartlarından fersah fersah ötede olduğu aşikâr. AB’yi en fazla “kendine demokrat” olarak suçlayabiliriz ama Türkiye’nin kendine de demokrat olmadığını görmek için zorlamaya gerek yok.

Brüksel; Ankara ile nasıl kavga edeceğini, ilişkileri nasıl yavaşlatacağını ya da donduracağını çok iyi biliyor. Ama temel açmazı, mülteci göçünü yönetmek gibi kriz anları dışında Türkiye ile süreçleri ilerletmeyi, yapısal işbirlikleri tesis etmeyi, Türkiyesiz güdük kalan dış politika süreçlerini işletmek için daha derin ilişkileri kurmayı bilmemesi.

Tabiri caiz ise Türkiye ile kavga etmek isteyen üye çok. Üyelik sürecini ilerletelim diyenler ise ya az ya da Kıbrıs gibi küçük ülkelerin şımarıklıklarının arkasına saklanmak işlerine geliyor. Yoksa karşılıklı yapılacak olumlu hiçbir şey yok demek doğru değil. İkibinlerin başında kaçan fırsatlara üzülmek de işe yaramıyor.

Bugüne gelirsek, her iki tarafın da çıkarına geliştirilebilecek işbirliği alanları var.

Avrupa tarafı için mülteciler konusunda yakın koordinasyon, enerji güvenliğinde işleyebilir mekanizmaların kurulması, Doğu Akdeniz’de karşılıklı adımlar atılması gibi başlıklar var. Kaldı ki Ukrayna krizi NATO olmadan Avrupa güvenliğinin kırılganlığını, bunda da Türkiye’nin önemini bir kez daha ortaya koydu.

Ankara’da ise vize serbestisi, Gümrük Birliği Anlaşması’nda yapılabilecek güncellemeler ve tabii ki Erdoğan yönetiminin ABD, NATO, Ukrayna ve Körfez bağlamında yükselen küresel görünürlüğünün AB’ye de yansıması gibi beklentiler bulunuyor.

Türkiye’nin ihracatının yüzde 40’ı AB’ye. Yani milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her siyasi tartışmada gerilimi yükseltmekten iç siyasi çıkar beklenen AB ülkelerine yapılan ihracattan ekmek yiyor. Üstelik bu ilişki konjonktürel dalgalanmalardan göreceli olarak daha az etkileniyor.

Suudi Arabistan’la Cemal Kaşıkçı krizinde olduğu gibi Prens’in bir sözüyle kesilip bir sözüyle başlayan bir ticari ilişkiden bahsetmiyoruz. Belki Erdoğan’ın AB’yi bu kadar rahat hedef alabilmesinin sebebi ekonomik ilişkilerin daha kurumsal ve hukuk temelli olması. Avrupa’da bir liderin Erdoğan’a kızıp ‘Türk mallarını yasaklama’ gücü de yok, bunu temellendirecek rasyonel zemini de. Bu da istediğinizde sesinizi bu ülkelere karşı yükseltmeyi daha maliyetsiz hale getiriyor.

Dünyadaki üç büyük kredi derecelendirme kuruluşundan en üst not AAA alabilen 10 ülkeden Singapur hariç tüm ülkelerin Avrupa’da olması tam da bu hukuk temelli rasyonel ekonomik politikalar ve bunu destekleyen siyasal sistemden kaynaklanıyor.

Uzak ihtimal ama Türkiye’nin demokrasiye ve hukuk devletine yaklaşması ekonomik olarak belini uzun vadede doğrultabilmesini daha mümkün kılacak. NATO vesilesi ile gündeme gelen AB başlığının nihai hedefi olan tam üyeliğe gitmese bile ağır aksak ilerlemesi, karşılıklı kurumsal ilişki sisteminin çalışması her halükârda Türkiye’nin çıkarına olur.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum