Büyükelçiler Konferansı, yeniden...
Dışişleri Bakanlığı’nın 2008’de ilkini düzenlediği büyükelçiler konferansının 14.sü bu hafta yapıldı.
Büyükelçilerin kurumsal bir mantıkla bir araya gelip Türkiye’nin konularına bütüncül bir bakışla yaklaşıp, farklı kurumları dinleyip istişare etmesi başka kurumları da özendirdi. Farklı kurumlar da bundan esinlenerek benzer yıllık toplantıları düzenlemek istediler ama hiçbiri büyükelçiler konferansı kadar kurumsal ve prestijli hale gelemedi.
Başlangıçta büyük ve doğru hedeflerle başlayan konferans bir süre sonra karşılıklı etkileşim yeteneğini kaybetti. Onun yerine farklı bakanların gelip, daha çok bir monolog şeklinde kendi politikalarını ve bakanlıklarını anlattıkları, büyükelçiler üzerinden kamuoyuna seslendikleri bir platform halini aldı.
Bakanlar kendilerini anlatsın, Dışişleri Bakanı da diğer kabine arkadaşlarını ağırlasın diye 200’e yakın büyükelçiyi çağırıp, konuşmaları dinletip geri göndermenin mantıksızlığı bu konferansta ortaya çıkmış görünüyor.
Konferanslar özellikle Ahmet Davutoğlu döneminde Türkiye’nin küresel pozisyonunu yeniden tanımlayan, geçen bir yıl ve gelecek yıl üzerinden bir senelik dış politik sürecin kodlarını belirleyen, bir yerde senelik diplomatik kalibrasyonun yapıldığı bir anlama sahipti. Sadece gelen büyükelçiler değil kamuoyu ve küresel aktörler açısında burada söylenenler yaşanan ve yaşanacak diplomatik gelişmeleri okumak açısından kritik bir öneme haizdi.
Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı ve Erdoğan’ın dış politikada yegâne söylem kurucu rolünü alması, başkanlık sistemi ile çoğu kamu kurumu gibi dışişlerinin de kurumsal kapasitesinin erozyona uğraması ile konferansın içi büyük oranda boşaldı.
Elbette sadece kriptolar ve az sayıdaki çok taraflı toplantılar üzerinden iletişim kuran diplomatların her sene bir araya gelmesinin kurumsal hafıza ve etkileşim için önemi aşikâr ama bunun arzu edilen amacın çok uzağında olduğu, toplamda bir kaynak israfına evrildiği de açıktı.
Son toplantı böyle olmadı. Genel olarak basına kapalı, bakanların birer birer kamuoyuna açık konuşmalar ile kendi iletişimlerini yapmadıkları, panel formatı ile verimli tartışmaların gerçekleştiği, resmi bölüm öncesinde büyükelçilerin hem birbirleri ile hem de yeni bakan ile içerikli diyaloglar kurabildikleri bir konferans gerçekleştirildi.
Toplantıya katılan bakanların konularına hakimiyetleri ve büyükelçilerle kurdukları sahici iletişim de konferansın amacına ulaştığı yorumlarını besliyor. Bürokratların sadece dışişlerinde değil hemen hemen tüm kurumlardaki hâkim ‘başıma bir şey gelir mi’ korkusunu tam olarak aşmaları için ise sanırım biraz daha beklemek gerekecek.
Hakan Fidan ise bakanlık koltuğundaki ikinci ayının ardından Büyükelçiler Konferansı’na ev sahipliği yaptı. Bugüne kadar ki açıklamaları hep bir bağlam içerisinde, bir krize dönük ve çoğunlukla yanındaki misafir bakanın varlığı ya da yöneltilen soru üzerinden şekillenirken, açılıştaki konuşma sayesinde Fidan’ın nasıl bir Dışişleri Bakanı profili çizeceğini görme imkânı oldu.
Görevi devralırken seçtiği kelimelere paralel olarak Fidan büyükelçilere ‘mesai arkadaşlarım’ ifadesi ile hitap etti. Fidan’ın TİKA ve MİT’te disiplinli bir yönetici olduğu biliniyor. Bu çizgisinin değişmesi beklenmese de son yıllarda sürekli ötelenen ve sanki başka ülkenin bürokratı gibi davranılan büyükelçiler açısından bu hitap önemli idi.
Kısa fakat içerikli konuşmada Fidan, Türkiye’yi ve küresel sistemi bekleyen değişimden bahsederken, “Büyük değişimlerin stratejik sabır ve güçlü irade gerektirdiği bilinciyle mütevazı, ama istikrarlı adımlarla ilerleyeceğiz. Bu adımlarımızı hayata geçirirken 4 temel stratejik hedef doğrultusunda hareket edeceğiz. Bunlar; bölgemizde barışı ve güvenliği tesis etme, dış ilişkilerimizi yapısal zemine oturtma, refah ortamını geliştirme ve küresel hedeflerimizi ilerletmektir.” ifadesi ile kendi yol haritasını da ortaya koydu.
“Güney Kafkasya’da istikrar, huzur, refah ve güvenlik için Türkiye-Ermenistan ve Azerbaycan-Ermenistan süreçlerinin eş güdümlü olarak ilerlemesi elzemdir.” cümlesindeki soğukkanlı ve gerçekçi yaklaşımın “Mevcut uluslararası sistemde kazanımlar elde etmek başlı başına uzun soluklu bir çalışma gerektiriyor. Uluslararası sistemde kazanımları kalıcı hale getirerek kurumsallaştırabilmek ise asıl ve daha zor olandır.” vurgusunda da olduğu gibi konuşmanın genel ruhunu dokuduğu söylenebilir.
Konuşmada nelerin olduğu kadar nelerin olmadığı belki daha önemli. Her şeyden önce 23 dakikalık konuşmada özellikle son yıllarda dış politika söyleminin ana omurgası haline gelen hamaset yoktu. Aksi taktirde Kıbrıs ya da Güney Kafkasya konularında çok daha tumturaklı cümleler duyabilirdik. Meselenin üst perdeden konuşmak değil söylemin içini doldurmak olduğunu en iyi bilenlerden birinin Hakan Fidan olduğunu da böylece görmüş olduk.
14. Büyükelçiler Konferansı Türkiye’nin önündeki dış politika konularında daha az hata yapacağı, mevcut şartların kendisine sağladığı avantajları daha fazla kullanacağı, kurumsal kaslarını güçlendireceği, konjonktürel değil orta ve uzun vadeli hedeflere göre politika belirleyeceği yolunda olumlu işaretler verdi.
Çiçeği burnunda Bakan Fidan’ın ilk kez ev sahibi olduğu konferansın, kuruluşunda ortaya konan esaslarına tam anlamıyla dönüp dönmeyeceğini, toplantının önümüzdeki döneme yansımaları ve izleyen yıllardaki örnekleri belirleyecek.