Cumhurbaşkanı’nın kararları uygulanmasa ne olur ki?

Anayasa’nın 104. Maddesi tek tek cumhurbaşkanının yetkilerini sayar. 2017 referandumu ile başkanlık sistemine geçtikten sonra içerik olarak genişleyen çok güçlü bir madde. Yürütmenin nasıl işleyişi tarif ediliyor ve ama ile fakatlar başka maddelere bırakılıyor.

İfadeler son derece net ve sarih. Anayasaya göre Cumhurbaşkanının yetkilerinin ne olduğunun tartışmaya açık bir noktası yok.

“Kanunları yayımlar.”

“Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir.”

“Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir.”

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir.”

“[Cumhurbaşkanının yayınladığı] Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.”

Cumhurbaşkanı bu yetkilerinden birini kullanırken herhangi bir muhatabın bu yetkiyi reddetmesi, karara uymaması; anayasayı tanımama, yürütme iradesine darbe ve anayasal düzeni değiştirme teşebbüsü olur.

Örnek, cumhurbaşkanı kanunları yayınlamak üzere Resmî Gazete’ye gönderdiğinde Gazete’nin yayınlamaması gibi.

Geri gönderilen kanunları TBMM’nin “hayır görüşmüyorum verdiğim karar kesindir” demesi ve Resmi Gazete’nin ilk kabul edilen metni yayınlaması gibi.

TSK’nın kendisine verilen emri uygulamaması ve “ben böyle düşünmüyorum” demesi gibi, ki bunun örneklerini çok gördük eskiden.

Cumhurbaşkanı’nın görevden aldığı bakanın ben görevime devam ediyorum demesi de ayrı misal.
Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın tahliyesine dair verdiği kararı alt mahkemelerinin uygulamamasının tam olarak ne olduğunu göstermek için daha nasıl anlatmak gerek?

“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Bunu da diyen Anayasa. Erdoğan’ın talimatının uygulanmaması ile AYM’nin tanınmaması arasında hukuki bir fark yok.

Birincisi anayasal düzene darbe ise ikincisi de aynı şekilde bir darbe. AK Parti AYM kararlarını siyasi gerekçelerle uygulamayarak, uygulatmayarak üzerinde oturduğu anayasal zemini boşaltmanın ilerde nelere sebep olabileceğini görmek zorunda.

Gelinen noktada Anayasa Mahkemesi hem yürütmeye hem de yargı içerisinde yürütmenin güdümünde hareket eden merkezlere karşı sistem içerindeki tek denge ve denetleme mekanizması olarak kalmış durumda.

Parlamentonun sistem değişikliği ve muhalefet partilerinin siyaset üretmedeki yetersizlikleri ile anlamsızlaştığı bir ortam, zaten yürütmeye her istediğini büyük oranda yapabilme olanağı sunuyor.

Sivil toplumun, basının, iş çevrelerinin de zaman içerisinde etkisizleşmesi, marjinalleşmesi, sessizleşmesi ya da iktidarın güdümüne girmesi ile orada da iktidarı dengeleyecek bir ağırlık kalmadı.
Anayasa Mahkemesi yürütmenin ardından yargının içinden de Yargıtay 13. Dairesi marifeti ile hedef alınmasının ardından istemeden de olsa içinde olduğu durumu daha da sahiplenmiş görünüyor. Can Atalay’ın tahliyesi kararının uygulanmamasını oybirliği ile hak ihlali olarak tanımlaması, yeniden tahliyesine de bu sefer 9 yerine 11 oyla karar vermesi krizin AYM’de nasıl algılandığını gösteriyor.

Erdoğan bir yandan Anayasa değişikliği isterken bir yandan mevcut anayasayı ve anayasal kurumları hedef alarak kendi hedeflerini de zora sokmuş durumda. İrfan Fidan’ı AYM başkanı yapmak istemesiyle AYM üyelerine çarpan Erdoğan şimdi de kendisine şartsız bağlılık gösteren üç üye dışında etkisini kaybediyor.

Hiçbir denge mekanizmasını kalmadığı bir sistemde AYM’nin güçler ayrılığı adına attığı bu adım olumlu bir gelişme olsa da son karar üzerinden büyük değişiklik beklemek gerçekçi değil.

MHP’nin AK Parti üzerindeki tahakkümü sürdüğü müddetçe, Erdoğan yargı kararları dahil her başlığı kendi güç projeksiyonu ve kişisel iktidar alanı içerisinde değerlendikçe, yapısal bir kırılma yaşanmadığı takdirde fotoğrafın değişmesini beklemek zor.

Yapısal kırılma da ya seçimlerle en azından mevcut dengenin muhalefet lehine güçlenerek korunması ya muhalefetin anayasa değişikliği süreci başta olmak üzere yeni söylemler ile oyunda daha etkili konuma gelmesi ya da –imkansıza yakın olsa da- iktidarın gücünü paylaşmaya razı olmasından geçiyor.

Muhalefetin genel olarak ya da özelde tek tek muhalif aktörlerin halk nezdinde ülkeyi yönetecek kadar muteber görülmemesi iktidarın bir şekilde demokratik yollardan dengelenmesi gerektiği ihtiyacını gidermiyor.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum