Erdoğan’ın seçim ihtiyacı
2002 Kasım’dan bu yana bir yanda güçlü bir tek parti iktidarı döneminden diğer yanda neredeyse aralıksız bir seçim atmosferinden geçti Türkiye. AK Parti göreve geldiğinden bu yana 2002 dahil 6 genel seçim, 4 yerel seçim, 3 referandum, 2 cumhurbaşkanlığı seçimi gördük.
Bu seçimlerin bir kısmında tek seferde birden çok sandığa oy kullanıldı. Çoğunda da tek bir oy vermek için sandık başına gidildi. Bu sürecin en büyük kazananı da seçim süreçlerini iyi yöneten, seçimler sayesinde ülke gündemini belirleyen ve toplumdaki gerilimleri diri tutarak kendi kitlesini pekiştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
Buradan şu anlam çıkmamalı: Erdoğan sırf gerilimi canlı tutmak için seçim icat etti ve toplumun seçim gündemi dışında sakin ve rasyonel değerlendirmeler yapmasına izin vermedi.
Özellikle 15 Temmuz FETÖ darbesi sonrasını saymazsak bu tespit doğru olmaz. Hatta tam tersine istikrarlı ve sakin bir atmosfer AK Parti için daha avantajlı da olabilirdi. Türkiye de bilhassa ilk 15 yıllık süreçte Erdoğan kendince bir gerilim bulduğu ve bu kırılmanın üzerine oynadığı için seçime gitmedi. Aksine başta seküler-muhafazakâr hattı olmak üzere askeri-bürokratik Kemalist vesayetin zorlaması birçok seçimi ve gerilimi kaçınılmaz kıldı.
Bu gerilimlerin Erdoğan’ın işine yaraması ya da o dönemki AK Parti elitleri ve Erdoğan’ın toplumun nabzını doğru okuyarak beklentileri karşılayan icraatlar ve siyasal duruşla bu durumdan başarılı çıkması gerilimin sebebinin Erdoğan olduğunu göstermez.
Erdoğan’ın sürekli seçim istemediğinin ama seçim psikolojisini ve ortamını kendi lehine kullandığının en net işareti ise 2002’den bu yana kendi isteği ile bir seçime gitmemiş olmasında görülebilir.
27 Nisan bildirisi sonrası gidilen referandumdan 15 Temmuz sonrası gerçekleşen başkanlık oylamasına kadar beklenmeyen sandıklar hep şartların AK Parti’yi sürüklediği süreçlerdi. Eğer askerlerin sözde değil özde laik cumhurbaşkanı açıklaması olmasa ya da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çantasından başkanlık paketini çıkarmasa bu iki referandumu yaşamayabilirdik.
Geriye 1 Kasım 2015 seçimleri kalıyor. Orada daha seçim akşamında Bahçeli’nin AK Parti ile koalisyon kurmayacaklarını ilan etmesi erken seçimi kesinleştirmişti. O zamanki CHP de bugünkü CHP değildi.
3 Kasım 2019’da yapılması gerekirken 24 Haziran 2018’e alınan seçimlerin kararını da yine Bahçeli açıkladı.
Tüm bu sürece bakıldığında Erdoğan’ın istikrarlı bir şekilde erken seçim kararı almaktan uzak durduğunu, vaktinden önce bir seçime giderek elindeki iktidarı kaybetme riskini almak istemediğini görmek mümkün.
Bunun tek istisnası 2019 yerel seçimlerinde İstanbulluların önüne iktidarın zorlaması ile ikinci kez sandık konulması oldu. Burada da Erdoğan muhtemelen ya kaybettiğini geri kazanma ya da zaten kaybettiğini tekrar kaybedecek olma seçeneklerini gördü. İkinci seçeneğin psikolojik maliyeti ise Erdoğan’ın beklentilerini aştı.
Cumhurbaşkanı bugün de seçim psikolojisini kendi lehine kullanma yeteneğinden emin olduğu için tarihi erkene almasa da kampanya sürecini hemen başlatmak niyetinde. Son dönemde söylemlerinin artan dozu, ya Suriye’de ya da Yunanistan’da bir şekilde askeri gerilimi yükseltmeye odaklanmış stratejisi ve Kılıçdaroğlu üzerinde kurduğu ‘aday ol/adayını çıkar’ baskısı bunun işareti.
Erdoğan, kendisi aday olmasa bile muhalefetin adayını Kılıçdaroğlu’nun belirleyeceği algısını yerleştirerek her formülde seçimleri bir Erdoğan-CHP/Kılıçdaroğlu ikilemine hapsetme çabasında. Diğer muhalefet liderlerinin isimlerini bu karar sürecinde zikretmemesi, tüm seçimi aslında bir Erdoğan-CHP referandumuna dönüştürme çabası daha önce işe yarayan bir stratejiyi yeniden uygulama amacının yansıması.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı için yürüttüğü kampanya süreci ve sürekli kendisini tartışılır pozisyonda tutması da Erdoğan’ın bu stratejisini destekliyor.
Önce Maltepe’de Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylık kampanyasını başlatması, sonrasında da Erdoğan’ın İzmir’de hem seçim tarihini hem kendi adaylığını ilan etmesi hem de Kılıçdaroğlu’nu açıklama yapmaya zorlaması ile fiilen seçimlerin ilk fazına girmiş durumdayız.
Erdoğan’ın ekonomiden dış politikaya kadar her dediğine itiraz eden Kılıçdaroğlu bu sefer kendisine “aday ol” çağrısında bulunan Erdoğan’ı dinleyecek mi ya da Kılıçdaroğlu’nun her dediğine karşı çıkan Erdoğan’ın bu sefer Kılıçdaroğlu lehine pozisyon belirlemesi kimin hayrına işte onu birlikte göreceğiz.