Her şey değilse de bir şeyler değişse…

Türkiye’nin kuruluşundan bu yana askeri-bürokratik vesayetin ya da merkezdeki tek bir figürün demokratik çoğulcu yapıyı baskılaması alışıldık bir hikâye. İlkesel olarak vesayete de anti-demokratik eğilimlere de hele de bu asker ise karşı çıkması zor değil.

Darbe dönemlerine giden süreci anlatırken ya da farklı vesayet odaklarının parlamento üzerinde hakimiyet kurmasının sebeplerine bakarken siyasetin sorunlara çözüm üretememesi, partiler üzerinden yürüyen sistemin tıkanması akla gelen izahlardan biri olur.

Öyle ya. Türkiye’de sistem tam olarak işlese, siyasal çözüm süreçleri tıkanmadan yürüse, vatandaşın sorunları sokağın beklentileri ile uyumlu bir şekilde çözülse başkaları nasıl sisteme müdahil olabilir ki? Ya da müdahil olmak için gerekli meşruiyeti nereden bulacaklar?

Kaldı ki böyle bir şeye niyetlenseler bile çoğulcu bir sistemde ya sivil toplum ya da siyaset üretme, toplumun sorunlarını çözme sorumluluğunu hakkıyla yerine getiren politikacılar çıkar ve dur der.

Mesele biraz çetrefilli orası kesin. Türkiye’de gerçekten sivil siyasete, ama kim olursa olsun tüm sivil siyasete, senin mahallen benim mahallem demeden sahip çıkacak iş dünyası var mı, sivil toplumun refleksleri ne kadar herkesi kapsıyor tartışılır. Ama işin özü siyaset kurumunun kendisinin işler halde olması.

Bugüne gelmeden geçmişe kısa bir bakmak gerek. Necmettin Erbakan’la hükümet kurduktan sonra Kıbrıs harekâtını yapan Bülent Ecevit, tek başına iktidara gelirim hesabı yapıp hükümeti bozmasa yani iki uç partinin zorlu koalisyonuna rağmen siyasetin doğal mecrasında akmasına izin verse o günkü hükümet krizi yaşanır mıydı?

12 Eylül darbesine giderken Ecevit ve Demirel’in inadı nedeniyle 124 kez yinelenen turlarda ülkeye bir cumhurbaşkanı seçmeyi siyaset kurumu başarabilse Kenan Evren yine yapacağını yapabilir miydi, yapsa bile meşruiyeti ne kadar olurdu?

Erbakan ile Tansu Çiller Refahyol’u kurduğunda Çiller “sıra bende” diye ısrar etmeseydi ‘havada ikmal’ Demirel’in darbesi ile nihayetlenir miydi?

Ahmet Davutoğlu, 1 Kasım seçimlerinden sonra başbakan olmuş ve ülke 5 yıl seçimsiz bir sürece hazırlanırken Erdoğan ve çevresinin iktidar hırsı olmasa idi düşük profil yönetimine, davul-tokmak çelişkilerine ve sonrasında başkanlık ucubesine kadar giden sürecin önü açılır mıydı?

Hülasa örnek çok. Siyasetçilerin kişisel hırsları ve öncelikleri ülkenin önceliklerine galebe çalınca bedeli hep ülke ödedi.

Altılı Masa kurulduğunda herkes bir heyecanlandı. Tanzimat’tan beri Kürt siyasi hareketi dışında tüm siyasal damarların temsil edildiği bir platform kurulmuştu sonuçta. Bu hem masanın çevresindeki aktörler hem Türkiye’nin güncel sorunlarının çözümü hem de hepsini aşacak şekilde ülkenin asırlık yaralarının sarılması için kritik bir adım olabilirdi.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi beklentilerin üzerinde çıkınca kamuoyu masaya hak ettiği krediyi de verdi. Masadaki her parti istediği kadar büyüyemedi belki ama muhalefet iktidarla arayı kendi lehine açmaya başladı.

Ta ki siyasetçiler, kendi öncelikleri için yine bildiğimiz notalara basmaya başlayana kadar. Toplum masadan ülkenin sorunlarına kapsamlı çözüm önerileri beklerken iş geldi dayandı cumhurbaşkanlığı adaylığında kilitlendi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu masanın diğer paydaşlarına pek sormadan hatta genelde de onlara rağmen kendi adaylık kampanyasına start verdi. Önce parti içindeki diğer isimleri tasfiye etti sonrasında tek ve tartışmasız alternatifsiz aday olarak tek adamlıkla eleştirilen Erdoğan’la mücadele edeceğini anlatmaya başladı.

Başörtüsüne yasal güvence gibi önceden paylaşsa belki destek bile alabileceği adımlar karşısında hem diğer aktörleri hazırlıksız bıraktı hem de kendi başlattığı sürecin devamında masanın diğer aktörleri ile ortaklaşabileceği bir strateji ortaya koyamadı.

Bu arada sadece Kılıçdaroğlu değil, imkân olsa hemen hemen herkesin gönlünde bir cumhurbaşkanlığı yatıyor. ‘Kim kazanır’ değil ‘ben kazanırım’ yine satır aralarında dolaşıp duruyor.

Şimdi memleket nefesini tuttu, birçok kesimin ülkenin belki son demokratik seçimi olarak gördüğü 2023 seçimlerine giderken birkaç liderin kişisel hesaplarının gideceği yeri öngörmeye çalışıyor. Bu arada iktidar oy artırıyor. Muhalefetin söylemi ise ‘olsun hala kazanamıyor’un ötesine geçmiş değil.

Bazen her şeyin değilse de bir şeylerin değiştiğini düşünürken pek de bir şeyin değişmediği gerçeği gelip kendisini gösteriyor.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum