İsrail ne yaptığının farkında mı?
Özelde Netanyahu yönetimi, genelde de İsrail devleti ve toplumu Gazze’de ne yaptığının elbette farkında. Neredeyse yarısı çocuk 10 binden fazla sivili bu kadar kısa sürede öldürmek ancak taammüden olabilir zaten.
Taammüden yani önceden bilerek, görerek, tasarlayarak. İsrail bunun taksirle olduğuna dünyayı ikna etmeye çalışıyor. Yani sivillere zarar vermemek için elinden geleni yaptığını, asıl hedefin Hamas kadroları olduğunu hatta hastaneleri kendi füzelerinin değil Gazze’den atılan füzelerin vurduğunu iddia ediyor.
Ne İsrail’in Gazze’de ayrım gözetmeksizin işlediği soykırım seviyesine varan cinayetler ne İsrail yönetiminin kendisini aklamak için modern kavram setlerini araçsallaştırarak kullanması ne de uluslararası hâkim medyanın İsrail yanında pozisyon alması ilk.
Ama 7 Ekim tarihinin hem Arap-İsrail çatışmasının özelliği hem de İsrail’in dünyada konumlandırıldığı yer itibariyle ilk olan özellikleri var.
Bir kere daha önce devlet dışı paramiliter örgütleri, direniş hareketlerini bırakın doğrudan devletlerle girdiği savaşlarda bile İsrail bu kadar kısa sürede böyle bir kayıp neredeyse vermedi. Üstelik İsrail’in en güçlü olduğunu düşündüğü, bölge ülkeleri ile yaşadığı normalleşme süreçleri ile “artık” savaşı kesin olarak kazandığını varsaydığı, Filistinlileri 6 Ekim itibariyle marjinal önemde gördüğü bir zamanda önemli bir travma yaşadı.
Batı ülkeleri de hep İsrail’in yanında oldu ama İsrail şiddetinin sınırsızlığı başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin desteğinin koşulsuzluğunu da daha önce olmadığı kadar görünür kıldı. ‘Netanyahu’ya kırmızı hat çekmeyen’, sınır belirlemeyen destek küresel jeopolitikte Batı ve diğerleri ayrımını derinleştirmiş durumda.
Özyeğin Üniversitesi’nden Evren Balta’nın tespiti ile İsrail-Filistin savaşı jeopolitiği ‘medeniyetçi’ bir eksene oturtuyor.
11 Eylül saldırıları küresel sistemi terör-güvenlik ekseninde yeniden tanımlamıştı. Sonrasındaki 20 yıl boyunca ABD ve Atlantik ittifakı bölgeleri ve ülkeleri bu eksen üzerinden değerlendirdi.
7 Ekim ve sonrası ise Batı’nın Çin ve Rusya gibi küresel karşı uçları dengelemek için ürettiği değer, demokrasi, insan hakları, eşitlik ve kapsayıcılık temelli kurgusunu neredeyse çökertti. Bu ikilemin ekonomik ayağı hala yerinde duruyor ama düne kadar demokrasi-otokrasi ayrımı üzerinden yapılandırılmaya çalışılan perspektif, bugün itibariyle geçerliliğini kaybetmiş durumda. Bunun yerine daha dar, Avrupa merkezli ve İslam karşıtı odaklı, eşitlik kavramını dine ve coğrafi konumlanmaya göre tanımlayan ‘beyaz adam’ temelli bir yaklaşım hâkim oluyor.
Eğer Batı, Çin ve Rusya karşısında yeniden bir tahkimat yapmak istiyorsa bundan sonra işi daha zor. İsrail; nüfusu, ekonomisi, askeri gücü ve daha ötesi küresel sistemdeki jeopolitik önemi ile orantısız bir şekilde Batı kampını rehin almış durumda.
Çin ve Rusya’yı dengelemek için İsrail ve Orta Doğu’yu içeren demiryollarından Moskova ve Pekin’e karşı Birleşmiş Milletler genel kurulunda sağladığı göreceli mutabakata kadar birçok Batı kazanımını Netanyahu çöpe attı.
İsrail bu travmatik dönüşümün farkında olabilir. Hatta kendisinin dünyanın merkezi olması neredeyse tüm siyasi partilerinde, devlet kademelerinde ve bireylerindeki içkin komplekslerini tatmine de yarayabilir.
Ancak anti-semitizm ile anti-siyonizm arasındaki çok kalın olması gerekirken çok rahat aşılabilen sınırı, içine yuvarlandığı kibir ve travma yüzünden neredeyse kendi elleri ile yıkmakta olduğunun farkında mı ondan emin değilim.
Bugüne kadar İsrail’in işlediği cinayetler, Filistinlilerin evlerine, mallarına, geleceklerine el konulması biraz da zorlama ile hep bir devlet politikası olarak görüldü.
Tarihin gördüğü en ağır suçlardan biri olan Holokost’un psikolojik ve insani ağırlığının da etkisi ile en İsrail karşıtları bile suçlamalarını İsrail devletine, yöneticilere doğrultmayı tercih ettiler.
Hamas’ın intihar eylemlerini savunurken “İsrail’de sivil yok, herkes günün sonunda asker” savı çok sınırlı alıcı buldu. Bilakis İsrailli sivillerin öldürülmesi, bir bütün olarak İsrail toplumunun ve Yahudi halkının hedef alınması Filistin davasının meşruiyetine vurulan en büyük darbe olarak görüldü.
İsrail, bir yanda Filistinlileri acımasızca hedef alarak kendisini destekleyenlerin insani hassasiyetlerini rafa kaldırmasını isterken karşısındakileri de buraya ittiğinin farkında mı?
TikTok devrinde sıradan İsraillilerin Filistinlilerle dalga geçmesinin, genç İsraillilerin Gazze’nin geleceğini dümdüz edilmiş ve yerine park yapılmış bir alan olarak tarif etmesinin, İsrail’in savaş suçlarını savunmak için değerleri yok saymanın, asgari vicdani tepkileri vestiyere bırakmanın İsrail karşısında da aynı duyguyu yükseltebileceğinin ne kadar farkında?
Batı’da İslam karşıtı Nazizmin öncülünün Yahudi karşıtlığı olduğunu unutarak, anti-siyonizmin anti-semitizme dönüşmesine alan açarak İsrail yönetimi özel olarak Batı’da, genel olarak küresel düzlemde nasıl bir kutunun kapağını açtığını görebiliyor mu?