Kemal Bey’in adaylığını tartışmak

Başlık galat değilse de meşhur oldu. Zaten Türkiye’nin en temel tartışma konularından biri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı; dolayısıyla bunu konuşmayacaksak neyi konuşacağız.

Aslında KARAR gazetesinin köşeleri de dahil birçok mecrada uzun zamandır bu konu yazılıp çiziliyor. İktidar medyasının önden yüklemeli televizyon tartışma programlarında sonucu önden ilan edilmiş siyasi tartışmaları saymazsak, ortada olan kanallarda ve özellikle sosyal medyada meselenin tartışılmadık pek yönü kalmadı gibi.

Sadece Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği, mevzunun hassasiyeti sebebiyle biraz kenarından dolanılan bir başlık olarak kaldı. Halbuki etnik ve mezhebi kimliklerin demokratik süreçlerde engel olamayacağı çok daha vurgulu bir şekilde kamuoyuna mal edilebilirdi.

Başta bu konuda elitlerde var olan ‘acaba’ sorusu nasıl ‘tabii ki olabilir yeter ki sandıkta istismar edilmesin’e döndü ise, kitlesel olarak da benzer bir süreç zorlanabilirdi. Olmadı, bu saatten sonra da biraz zor gibi.

Politikyol’da Soli Özel’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ilişkin sert eleştirileri, karar anı yaklaştıkça tartışmaların şiddetinin nasıl artacağının işareti oldu bir bakıma. İşin asıl önemi ise gerek yazarın gerek mecranın kimliği itibariyle eleştirilerin mahallenin içinden gelmesi.

Okuyan okumuştur ama Özel’e göre Kılıçdaroğlu etnik ve mezhebi gerilimler ya da kendisinin kişisel olumlu özelliklerinin ötesinde CHP Genel Başkanı olarak göreve geldiği günden bu yana sergilediği performans nedeniyle aday olmamalı.

Kimse bu görüşlere katılmak zorunda değil. Nitekim cevabî yazılarda da Özel insafsız ya da tutarsız olmak ile suçlandı.

Bu kanaatlerin hepsinin kendince bir karşılığı var. Ama burada asıl tehlike Türkiye’yi mevcut baskı ortamından kurtarmayı ve çoğulcu, demokratik ve açık bir toplum haline getirmeyi savunan mevcut CHP kadrolarının eleştirileri ‘yeminli düşmanlık’, ‘liboşluk’ gibi bel altı tanımlamalarla hedef alması.

Kılıçdaroğlu’nu ya da muhalefetin başka aktörlerini eleştirenlerin karşılaştıkları bu tavır Soli Özel’e gösterilen bir istisna da değil. Kaldı ki helalleşme, Altılı Masa’nın kurulması, CHP’nin oy çeperlerinin esnetilmesi çabası, yerel seçimlerdeki Millet İttifakı’nın başarısı ve benzer birçok başlıkta CHP lideri bir çok isim tarafından desteklendi. Öyle ki tüm puanların Kılıçdaroğlu’nun hanesine yazması başka muhalefet liderlerini rahatsız bile etti kimi zaman.

Ama Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun adaylığı özellikle de seçilebilme imkânı ve potansiyeli üzerinden eleştirildiğinde bu görüşü dile getirenler ya düşman ya da hain oluyor. Hatta tepkiler eleştiri sahibini mezhepçilikle suçlamaya kadar gidiyor.

Türkiye kritik bir seçime gidiyor ve bu kritik seçimlerde muhalefetin ortak adayı ve bugün için adaylık iddiasıyla en fazla gündem oluşturan Kılıçdaroğlu üzerine enine boyuna tartışma ve analizlerin yapılması doğal. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemeye yönelik görüş kişisel yakınlık veya beğeni üzerinden değerlendirilemeyeceği gibi, adaylığına yönelik itirazlar da kişisel husumet veya operasyon mantığıyla mahkûm edilmemeli.

Bu genel ilkesel tutum ve açık kamusal tartışma kültürü, gündelik siyasi gündemlerden çok daha belirleyici ve önemli.

Bu genel tavır Türkiye’deki siyasi liderlerin hemen hemen hepsinde değişen dozlarda geçerli.
Türk medyasının dengeli eleştiri yapamama sicili, birçok kalem erbabının angaje olduğu adrese göre görüş dile getirmesi, başta amiral gemisi olmak üzere bir çok kurumun operasyonel manşetlerinin hafızalara kazınmış olması, iktidarın ‘ya bendensin ya onlardan’ etiketiyle gazetecileri sınıflandırması, işsiz kalma korkusu ile bir çok insanın en azından iktidarı eleştirmekten imtina etmesi, ‘köşesinde gereğini yapanların’ başkaları için performans kriteri haline gelmesi ve benzeri onlarca sebep Türk basınının tavrına eleştiri ile yaklaşmayı haklı ve meşru kılabilir.

İktidar gazetecilerinin bu konudaki kraldan çok kralcı tutumları ise artık basın meslek ilkelerinin değil psikolojinin alanına girmeye başladı.

Ancak eğer Türkiye demokratik bir olgunluğa ulaşacaksa Erdoğan ve çevresinin eleştiri tahammülsüzlüğünü taklit ederek varılacak bir nokta yok. Somut bilinçli bilgi hatası ya da çarpıtma yok ise sadece siyasi aktörlerin pozisyonunu sorgulamak üzerinden kişileri böylesi bir tavırla hedef almak muhtemel bir iktidar değişikliği sonrasında Batı yakasında pek de bir şeyin değişmeyeceği endişesini körüklüyor.

Herkesin ‘ama o noktada değiliz, zamanı mı’ deme hakkı var. Bunu dedikçe de o zaman hiç gelmeyecek.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum