Madrid’de ne oldu?

Aslında olan biten büyük ihtimalle Madrid’e gitmeden Ankara’da yaşandı. ABD Başkanı Biden göreve geldiğinden bu yana sadece iki kez yüz yüze görüştüğü, BM toplantısında Türkiye’nin talebine rağmen buluşmadığı Erdoğan ile ‘bir araya gelme arzusunu dile getirdi’ Erdoğan da “olabilir” dedi. Tabii telefonda başka neler konuşuldu şimdilik sadece bilenler biliyor. Randevu gerçekten böyle mi kararlaştırıldı o da ayrı bir soru işareti.

Tek cümle ile ifade edilecekse İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşen NATO zirvesinde Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine koyduğu vetosunu kaldırması olumlu ve önemli bir adım.

Erdoğan’ın yürüttüğü süreci ve varılan noktayı içerik ve üslup açısından ikiye ayırmak gerek. Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzden malum ama bu sefer usulsüzlük sonucu pek değiştirmedi.

Öncelikle Türkiye’nin özellikle İsveç’le ilgili terör örgütlerine dair dile getirdiği eleştirilerin çoğu yerinde. İskandinav ülkeler güvenlik risklerinden uzakta olmaları, ekonomik refahın sağladığı özerklik (bunlara daha doğrudan ifadesiyle kimi zaman kibir de denebilir) ile kendi doğrularını ve önceliklerini ‘ortaklarının’ ya da ‘muhataplarının’ doğruları ve önceliklerinin üstüne koyarak yaşayabiliyorlardı.

İfade özgürlüğünün bağlamını ve terörle ilişkisi gibi zor bir konuyu kenara bırakırsak Ankara’nın taleplerini büyük bir özgüvenle kulak arkası edebilme özgürlüğü Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile geçerliliğini yitirdi. Rus medya organlarının kendi ülkelerinde sözü bile edilemeyen basın özgürlüğünü kullanarak Avrupa kamuoyunu manipüle edebilmesi nasıl bir anda ifade özgürlüğü kapsamından çıkabildi ise bir benzeri de Türkiye’nin zorlaması ile yaşanıyor.

Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında Madrid’de imzalanan üçlü muhtırada varılan nokta Türkiye için bir başarı olarak tanımlanabilir. Birçok madde Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki talepleri dikkate alınıyor.

Sadece FETÖ’nün NATO marjında gerçekleşen bir mutabakatta ‘destek verilmeyecek örgüt’ olarak tanımlanması Fetullahçı yapılanmanın uluslararası manevra alanını daraltacak bir gelişme. PKK’nın terör örgütü olarak anıldığı paragraf yerine PYD/YPG ile birlikte ayrı bir maddede yer alması, ABD’nin Suriye’de PYD ile yürüttüğü iş birliğini düşününce anlaşılabilir.

Ülkelerin nihai NATO üyeliklerinin onaylanması meclis süreci de dahil uzun bir dönemi gerektiriyor. Dolayısıyla Madrid Mutabakatı her şeyin bittiği, İsveç ve Finlandiya’nın an itibariyle NATO üyesi olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye’nin eli düne göre terör örgütleri ile mücadelede bu ülkeler marjında daha güçlü. Ama diyelim ki istenenler olmadı ‘biz vazgeçtik yine veto ediyoruz’ deme ihtimali de yok.

Ayrıca terörle mücadele başlığını anti-demokratik gerekçelerle tüm muhalifler için çekinmeden kullanan bir Erdoğan var. Bu da diğer devletlerin Ankara’nın asıl niyetinin ne olduğunun sorgulanmalarına neden oluyor. Muhtemelen pratik uygulama da bugün sanıldığı ya da Cumhurbaşkanlığı’nın ‘Türkiye istediğini aldı’ başlığı ise servis ettiği gibi gerçekleşmeyecek.

Gelelim usul meselesine.

“Biz bir kez sokulduğumuz delikten bir daha sokulmayı düşünmüyoruz. Yunanistan’da bunu yaşadık. Biliyoruz ki İsveç de Finlandiya da bize aynı numarayı çekecekler. Niye böyle bir gaflete düşelim ki? NATO’da tam ittifak gerekiyor. Bir ülke ‘hayır’ derse NATO ittifakı içerisinde ne yapamazlar, o ülkeyi alamazlar. NATO’ya Finlandiya ve İsveç’in girmesine ‘hayır’ diyeceğimizi ilgili arkadaşlarımıza söyledik.”

Bu ifadeler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın. Aynı görüşleri defalarca farklı ortamlarda tekrar etti. Erdoğan’ın cümlelerinde bir şart ibaresi yoktu. Hatta “bizimle görüşmeye geleceklermiş boşuna yorulmasınlar” ifadesini kullandı. Sonuç hiç de Erdoğan’ın dediği gibi olmadı.

Eğer çektiğiniz silahı ‘sıkarım bak’ diye karşınızdakine doğrultur ve her seferinde tetiğe dokunmadan silahı yerine koyarsanız bir dahakine kimse sizi ciddiye almayacaktır. Nitekim daha zirveye bir ay varken tüm önemli aktörlerin ‘mutabakattan eminiz’ demiş olmaları da bunu gösteriyor.

Sonuçta da zirvede Erdoğan’ın Ankara’da dile getirdiği tehditler değil Batı’nın ‘mutabakat kesin’ açıklamaları gerçeğe dönüştü. Madrid’de elde edilen kazanımlar diplomatik yollarla, kapalı kapılar ardından zaten elde edilebilirdi. Farklı olaylarda çok daha ileri kazanımlar sadece diplomatik süreçlerle başarılmıştı. Hatta burada temel kazanım NATO’nun son yirmi yılındaki en kritik genişleme ve stratejik adım hamlesinin bir yol kazasına kurban gitmemesi oldu. Yani Türkiye ve NATO açısından önemli bir kırılma anının Erdoğan’ın kişisel ilişkileri ve doğruları uğruna harcanmaması asıl başarı olarak görülebilir.

Askeri güç ya da veto gibi en son dakikada kullanılacak kozları her defasında daha ilk baştan tedavüle sokarsanız bir gün tehdidinize inandırmak için ‘şaka yapmıyorum bak’ demek zorunda kalırsınız. Sözünüzü yerine getirmediğinizde de değer kaybeden sadece sizin sözünüz değil temsil ettiğiniz ülkenin itibarı ve inandırıcılığı olur.

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
21 Yorum