Mecliste her gün resepsiyon olsa
1 Ekim’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı her yılkinden daha ciddi gelişmelere sahne oldu. Aslında her yıl derken 2017 sonrasını kastetmek gerek.
2017 öncesi parlamenter sistemde, yürütme erki yasamadan çıktığı için Meclis’in açılışı dahil olmak üzere meclisteki tüm etkinliklerin bir özgül ağırlığı olurdu. Başkanlık sistemine geçilmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olması, 15 Temmuz’un da ürettiği siyasal zemin ile Erdoğan’ın aşırı merkezi ve güçlü bir konum elde etmesi parlamentonun önemini ve rolünü büyük oranda aşındırdı.
Bir yanda AK Parti’de anlam ifade edebilecek hemen hemen tüm aktörlerin tasfiye edilmesi diğer yanda muhalefetin iktidarın söylem alanının dışına çıkabilecek siyaset üretememesi meclisin zemin kaybını daha da akut hale getirdi.
Hem iktidar ortağı olan hem de iktidara dışardan çerçeve çizebilen MHP dışında herhangi bir parti grubunun oyun kurucu rol oynayamadığı politik psikoloji 2023 seçimlerinde muhalefetin kaybetmesi, mecliste de daha parçalı hale gelmesi ile daha da derinleşti.
Meclisi siyasi haritada yeniden anlamlı bir konuma kavuşturan 31 Mart yerel seçimleri oldu. Seçimlerin ardından 23 Nisan resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in buluşması Ankara’da güç merkezinin Beştepe’ye daha yakın olmakla birlikte Cumhurbaşkanlığı ile TBMM arasında bir yere oturduğunu gösteriyordu.
1 Ekim’de o fotoğrafla başlayan AK Parti ve CHP Genel Merkezleri’nde iki liderin görüşmesi ile devam eden normalleşme sürecine tepki gösteren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli iki gün önce deyim yerinde ise normalleşmenin rövanşını aldı.
Bu sefer normalleşme, diyalog ve temas trafiğinin merkezine Bahçeli oturdu. Erdoğan’ın ilişki kurması en zor aktör CHP ise MHP’nin de DEM Parti. Bahçeli, genel kurula girerken daha önceden kurgulandığı ve kararlaştırıldığı anlaşılan bir hareketle DEM Parti yöneticileri ile tokalaştı. Geçerken şöyle bir el uzatmanın ötesine geçen bu hareketi de akşam resepsiyonda “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım.” sözleriyle açıkladı.
Öncelikle bu tür sembolik adımlar elbette çok önemli. Ancak yerel seçimin mecbur ve mümkün kıldığı AK Parti-CHP normalleşmesinin, protokoler normalleşmenin ötesine geçememesinin sebebi böyle bir sürecin siyasi zemininin en azından o gün bulunmaması idi.
Cumhurbaşkanının meclis konuşmasındaki anayasa vurgusu iki parti arasındaki ilişkinin yeninden fonksiyonel hale gelebileceğini gösteriyor. Ancak bunun için de vakit ve asgari mutabakat gerekiyor.
Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı elin siyasi sonuç üretmesi için de en azından şu anda siyasi, ekonomik ve demokratik sermaye eksikliği var. Ne tarafların ortak adım atılabilecekleri bir konu başlığı ne karşılıklı irade ne de bunları ileri taşıyabilecek toplumsal zemin söz konusu.
Yine de liderler arasındaki temas üzerinden CHP’de olduğu gibi zayıflık, teslimiyet yorumları yapmak biraz ileri yorumlar. Bu sembolik adımlar ortamı yumuşatır ancak gelecek hafta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasındaki mesajları 1 Ekim’deki havanın ne kadar kalıcı olacağını belirleyecek.
CHP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genel kurula gelişinde ayağa kalması ise AK Parti ile ya da Erdoğan ile bir normalleşme değil. O hareket CHP’nin bizatihi kendisinin normalleşmesinin bir işareti.
Erdoğan için bir dönem ayağa kalkmayan CHP’nin ülkede o dönemdeki kutuplaşmanın bir kampı olduğu doğru. Ancak o psikoloji CHP’li vekillerin hapse atıldığı, CHP Genel Başkanı’nın bakanların yanıbaşında linç edilmeye çalışıldığı bir dönemde idi. O gün anlaşılır olan tepkilerin mevcut konjonktürde yeniden değerlendirilmesi normal.
CHP, Erdoğan için ayağa kalktığında söylemlerini değiştirmiş değil. Ancak Erdoğan’a oy veren seçmenin kendisine oy vermesini sağlayamasa da CHP iktidarına karşı tahkim olmasını engellemenin yolu seçmenin psikolojisini Erdoğan parantezinden çıkarmasından geçiyor.
Topu topu 24 saatte olanları 23 Nisan akşamı ile birlikte değerlendirilse arka arkaya bir hafta mecliste resepsiyon verilse sanki bir şeyler değişir mi diye düşünmeden edemiyor insan.
Sonra memleketin yapısal sorunları, ekonomik kriz, demokrasi ve adalet açığı önümüzdeki açmazları yüzümüze vurunca kendimize gelmek fazla vakit almıyor.