Muhalefetin varlığı yokluğu...
14-28 Mayıs seçimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a belki de bugüne kadar arzu edip de sahip olamadığı bir kredi verdi.
Aslında 15 Temmuz darbe girişimi de iktidara ‘istediğini yapması’ için bir alan açmıştı ama o alanı Erdoğan kendisine göre yorumladı ve hangi mecrada olursa olsun muhalefeti tasfiye etmek için kullandı.
MHP’nin desteği ile de başkanlık sistemini getirdi.
Son seçimlerin sağladığı meşruiyet ise biraz farklı. FETÖ gibi bir terör örgütünün darbe girişiminin yarattığı geniş karşı-darbe alanının ötesinde Erdoğan’ı güçlendiren daha normal bir süreç var.
15 Temmuz sonrasında biraz insanların yaftalanma korkularından biraz FETÖ nefretinden Cumhurbaşkanı’na oyun alanı açılmıştı. Şimdi ise seçimler sonunda herkesin isteyerek ya da istemeyerek kabullendiği bir kredi var.
Seçimler adil ve eşit şartlarda değildi ama muhalefetin Erdoğan’ı yenme imkânı vardı. Kılıçdaroğlu’nun ortak aday gösterilmesi, adayın da kampanya boyunca içeriğinden diline kadar yanlış ve eksik kampanya yürütmesi, muhalefetin diğer aktörlerinin bir bütün olarak süreci sahiplenmemesi ile Erdoğan kazandı.
Erdoğan’a sahici ve gerçek meşruiyet alanını işte bu ‘kaybedebilirdi’ ihtimali sağlıyor. Eğer “ne olursa olsun seçimin sonucu değişmeyecekti” algısı genel kabul görse idi Erdoğan’ın meşruiyet zemini de bugünkü kadar geniş olmazdı.
Muhalefet, farklı aday ve/ve ya farklı kampanya kurgusu ile kazanabileceği bir seçimi kaybettiği için iktidara itiraz edilmesi zor bir kredi hediye etti. Erdoğan da muhalefetin bu açığını bütün nobranlığı ile kullandı. Ve sonuç aldı.
Hemen; Erdoğan’ın yaptıkları, hukuk dışı uygulamaları, devletin bir parti devletine dönüşmüş olması sayılacaktır. Doğru, ama tam da bu ortamda iktidarı değiştirecek kadar güçlü bir toplumsal itiraz vardı ve muhalefet bunu kullanamadı.
Seçimin iktidara sağladığı güç kullanma zemininin üzerine muhalefet seçim sonrasını da yönetemeyerek Erdoğan’a fazladan bir alan daha açtı. Dolayısıyla seçimin iktidara verdiği özgüven muhalefetin daha birinci tur akşamı yaşamaya başladığı yönsüzlük ve dağılmışlık ile daha da perçinlendi.
Seçimleri kazanmak da kaybetmek de mümkün ama her iki sonucu da yönetebilmek gerekiyor. An itibariyle muhalefet mağlubiyeti yönetecek bir yaklaşımdan yoksun.
Kemal Kılıçdaroğlu seçimden önce kendisine atfedilen; muhtemel adaylar arasındaki en demokrat, iletişime en açık, farklı kesimlerle diyalogu en fazla önceleyen, kişisel hırsları ile değil makro beklentiler ve hedeflerle hareket edecek aktör görüşlerinin hepsinin teker teker geçersiz kılacak bir çizgi izliyor.
Mevcut stratejisinde herhangi bir değişiklik olmadığı taktirde CHP’nin kapsamlı ittifak tercihi ile kazandığı oyların ötesinde bir kayıp yaşaması muhtemel.
CHP’nin altılı masa ile kazanımlarını sadece milletvekili sayıları üzerinden hesaplamak ise seçim öncesini hiç dikkate almayan ‘sorumlu arama’ psikolojisinin ürünü. Aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanmayı hak ettiğini, doğru aday olduğunu savunup faturayı da özellikle Gelecek, Saadet ve DEVA’ya çıkarmaya çalışanların seçim öncesindeki tüm süreçten bu partileri çıkarıp fotoğrafa tekrar bakmalarında fayda var.
Kılıçdaroğlu’nun klasik Millet İttifakı’ndaki yerini, daha önce farklı mecralarda defalarca dile getirilen risklere rağmen yüzde 48 oy alabilmiş olmasını, CHP’nin daha çok muhafazakâr iç bölgelerde geleneksel olarak daha güçlü oldu sahil kesimine göre daha fazla oylarını artırmış olduğunu birlikte değerlendirip seçim sonuçlarını öyle okumak gerek.
Bu üç partinin aslında çok önce daha yolun başında gerçekleştirmeleri gereken ortak hareket etme konusunda topluma hala ‘pazarlıklar sürüyor’ hissini vermeleri ise muhalefetin yönsüzlüğünü besleyen ayrı bir başlık olarak öne çıkıyor.
İYİ Parti bir yanda kongre öncesi istifalar diğer yanda masada iken takip ettiği politikanın maliyeti ile yüzleşme sürecinde.
Kürt siyaseti ise daha önce aldığı yanlış tutumları ilk seçimde düzeltse bile bunun pozitif ivmeye ya da muhalefetin bütününe bir katkıya evrileceği şüpheli.
Demokrasinin diğer yönetim tarzlarından en büyük farkı olan muhalefetin varlığı ve gücü muhalefetin bizatihi kendisinin yanlışları ile tehlike altında.
Erdoğan kör topal da olsa bir muhalefet varken bile gücünü kontrolsüz kullanabilen bir aktör. Muhalefetin neredeyse tümüyle etkisizleştiği bir ortamda ise meşruiyetin demokratik transferine ve gücün kontrolüne bağlı sistemin daha da tıkanması en büyük ihtimal olarak duruyor.
Türkiye’nin önündeki asıl riskler ise iktidarın yapacakları kadar, belki de daha çok, muhalefetin yapamayacaklarından kaynaklanacak gibi görünüyor.