NATO kararı yeni yaklaşımın başlangıcı mı?

Türkiye uzun süre itiraz ettiği, üstelik de üst perdeden itiraz ettiği İsveç’in NATO üyeliğine Vilnius’taki devlet ve hükümet başkanları zirvesinde evet dedi.

Erdoğan’ın yola çıkmadan önce kullandığı “Avrupa Birliği’nde önümüzü açsınlar biz de İsveç’in önünü NATO’da açalım” cümlesi kimsenin aklına yatmasa da sonuç İsveç’in istediği gibi oldu.

Her ne kadar iktidara yakın isimler ve hükümet sözcüleri sürece giden yolda nasıl çetin pazarlıklar yapıldığını, İsveç’in kolay bir üyelik elde etmediğini söylese de seçimden bu yana hemen hemen her platformda Ankara’nın bu onayı vereceği kesine yakın bir tahmin olarak paylaşılıyordu.

Bu öngörünün temelinde rasyonel jeopolitik dengelerin böyle bir kararı gerektirdiği değerlendirmesi yatmıyordu. Erdoğan’ın veto kozunu ABD ile normalleşmede bir şantaj aracı olarak kullandığı ve diğer müttefiklerin pozisyonları da göz önüne alındığında şantaj malzemesinin raf ömrünün dolduğunun kabulü idi beklenti.

Sebepte ve süreçte iktidarın söylemi ile mutabık kalmayabiliriz ama sonuç beklendiği gibi oldu.

Başa dönersek Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini veto edeceğini açıklaması bir çok açıdan sorunluydu.

Öncelikle konu gündeme gelirken Erdoğan’ın muhataplarına “sorun yok arkanızdayız” deyip sonra veto edeceğini açıklaması herkesin kafasını karıştırdı. Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın ‘daha dün onay vereceğini söylemişti’ sözleri ile konuyu anlamaya çalışan bakışları arşivlerde duruyor.

Sürecin yürütülüş tarzı da Türkiye’nin itirazlarının fazla ‘içeriye dönük’ algılanmasına neden oldu. NATO’daki çoğu yetkili özellikle İsveç’e dair eleştirilerin yersiz olmadığını ama bu itirazın ve pazarlığın Cumhurbaşkanı’nın ağzından yapılmasını yadırgadığını ifade etti.

NATO’da benzer bir süreçte itiraz etmek de itiraz da ısrar da son derece meşru. Ama bunu iç siyasete dönük bir kampanyaya çevirdiğinizde muhataplardaki algı değişiyor.

NATO ilk kez genişlemiyor. Soğuk Savaş’tan sonra 1999, 2004, 2009 ve 2017’de farklı ülkelerle ittifak yapısı büyüdü. Son genişleme dalgası ise diğerlerine göre farklı bir konjonktürde ve yakın bir güvenlik tehlikesine karşı gerçekleşiyor. Genişleme hamlesi zamanın ruhuna uyum sağlamaktan ya da NATO’yu yeniden tanımlamaktan çok daha acil bir güvenlik riskini karşılamaya dönük.

Böyle önemli bir kırılma noktasında asıl jeopolitik devinimi ıskalayıp tartışmayı kapsamı, zemini ve içeriği doğru tanımlanmamış ikili bir tartışmaya indirgemek Türkiye’nin bölgesel ve küresel gerilimleri okuma kapasitesinin ve niyetinin de sorgulanmasını beraberinde getirdi.

Ankara’nın NATO’nun genişlemesini şartsız kabul etmesi beklenmemeli. Sonuna kadar itiraz da edebilir. Veto hakkı tam da bunun için var. Ama neye itiraz ettiğinizi, bu politikayı sürdürme kapasitenizi iyi tanımlamanız ve ona göre davranmanız şart.

Nihayetinde de tutarlılık sorunu önümüzde duruyor. İsveç, Türkiye’nin terörle ilgili endişelerinde bazı adımlar atmış olsa da ilk başta gündeme getirilen uzun iade listelerinde nasıl adımlar attı, bundan sonra ne gibi somut önlemler alınacak konuları hala havada duruyor.

Kaldı ki daha kısa süre önce Kur’an’ı Kerim’in yakılması olayında takınılan tutum İsveç’in Ankara’nın endişelerini ne kadar ciddiye aldığına dair soru işaretleri taşıyor.

Durum bu iken Erdoğan’ın tavır değiştirmesini ‘Batı basını Türk zaferini tek tek sıraladı’ gibi manşetlerle köpürtmeye çalışmak altı boş propaganda faaliyetinin ötesine pek geçmiyor.

Günün sonunda krizin aşılması tüm tarafların çıkarına. Erdoğan’ın seçim öncesindeki tutumunu değiştirmiş olması, Rusya’nın ittifak içindeki en yakın dostu fotoğrafından sıyrılması, güvenlikten ticarete kadar temel ilişki aksı olan ülkelere yakın bir tutum alması Türkiye ile Batı’nın ilişkilerinin daha öngörülebilir bir noktaya gelmesi açısından olumlu gelişmeler.

F-16 konusunda ABD’nin adım atacak olması, F-35’ten Türkiye’nin çıkarılmış olmasını unutmaya hazırsanız, yine pozitif bir gelişme.

Erdoğan’ın seçimleri kazanması sonucu Batı başkentlerinin en az beş yıl daha Erdoğan’la çalışmak zorunda olduklarını idrak etmiş olmaları, Erdoğan’ın da seçim öncesi politikasının Rusya’daki gelişmeler de dikkate alındığında sürdürülemezliğini fark etmesi önümüzdeki süreçte iki taraf arasında bir yakınlaşmanın zeminini hazırlayabilir.

Bu yakınlaşma sadece bir tarafın lehine diğerinin maliyetine olacak değil. Özellikle ABD’nin Türkiye ile temas etmeme takıntısından kurtulup rasyonel bir zeminde ilişki kuracağının işaretleri Biden-Erdoğan görüşmesinde verildi.

Düne kadar en sert eleştirilerin dile getirildiği ABD yönetimi ile tek bir fotoğraf sonrasında olumlu mesajlar verme kompleksi de umalım ki Ankara’da daha makul bir seviyeye geriler.

Karara olumlu açıdan yaklaşırsak, Türkiye özellikle dış politika karar alma süreçlerinde rasyonel aktörlerin devreye girmesi ile sorunlu başlıkların birinde ilerleme sağladı. Daha hem çözülmesi gereken başka problemler, yönetilmesi gereken süreçler var hem de yeni gereksiz krizlerin çıkmaması beklentisi.

Umalım ki Vilnius zirvesi daha öngörülebilir ve rasyonel bir dış politika yönelimi için başlangıç olsun.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum