Ordu eleştirilemez mi?

Modern devlet hesap verilebilirlik, şeffaflık, devletin toplum tarafından denetlenmesi, katılımcı karar alma mekanizmalarının demokratik meşruiyet süreçleri çerçevesinde oluşturulması üzerine kurulu. Aslında bu mücadelenin üç odağı var. Elinde silah olan güce karşı vatandaşın korunması, iktidarın barışçıl yollarla devri ve toplanan vergiyi kimin nasıl harcayacağının toplum tarafından belirlenmesi.

Dolayısıyla gücü kullanan tüm birimlerin eleştiriye açık olması bir gereklilik. Eğer devletin tamamını ya da bir kısmını eleştiriden, denetimden, tartışmadan uzak tutuyorsanız ya bir şeyleri saklama amacınız vardır ya da o kısım sizin iktidarınıza farklı şekillerde sağlayamadığınız bir zemin oluşturuyordur.

Türkiye’de toplumsal gelişim ve ulus inşa süreci devlet kurma süreci ile paralel ilerlemediği, aksine devletin bizatihi varlığı milleti tanımladığı ve şekillendirdiği için devleti ve kurumlarını eleştirmek daha da zor.

Bir dönem ordunun devletin neredeyse sahibi olması ve resmî ideolojinin koruyucu temsilcisi olarak görülmesi bunu daha da derinleştirdi.

Ordu değil hiçbir kurumun, meşruiyetini halkın verdiği oyların ve ödediği vergilerin üzerine bina eden hiçbir yapının böylesi dokunulmazlık zırhına sarılmasının demokratik bir izahı yok.

Kaldı ki bir asırlık Cumhuriyet tarihinde Silahlı Kuvvetler’in birçok icraatı sadece eleştirilmeyi değil araştırılmayı, yüzleşilmeyi ve gerektiği durumlarda da yargılanmayı hak ediyor.

Ordunun kimi zaman siyasal iradeden emir almadan hatta onun direktifleri hilafına anti-demokratik bir şekilde kimi zaman da iktidarın yönlendirmesi ile hukuk dışına çıktığının onlarca örneği var.

Çok yakın tecrübeler üzerinden polemiği güncele taşımaya da gerek yok. Şu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait:

“Dersim yakın tarihimizdeki en acı, en trajik olaylardan biridir. Dersim aydınlatılmayı, cesaretle sorgulanmayı bekleyen bir faciadır. Dersim, CHP hükümetlerinin onlarca, yüzlerce faciasından en acısıdır, en kanlısıdır... Dersim faciası karşısında özür dileyecek olan, bu faciayla yüzleşecek olan, AK Parti değil, AK Parti hükümeti değil, bizzat bu facianın, bu kanlı eserin sahibi olan CHP’dir.”

Erdoğan Kasım 2011’deki aynı konuşmasında 8 Ağustos 1939 tarihli bir belgeye atıfta bulunarak, 1936-1939 yılları arasında 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünü ifade etti. En sonda da eğer devlet adına özür dilenecekse işte buradan özür diliyorum diyen de Erdoğan’dı.

Peki o dönemki iktidarın emirlerini uygulayanlar, Erdoğan’ın tabiri ile tarihimizin en acı, en trajik facialarından birine sebep olanlar, o kanunsuz emri uygulayanlar CHP il teşkilatları mı idi?

Erdoğan’ın her konuşmasında rahmetle andığı Başbakan Menderes’i indiren ve idamına giden süreci hazırlayanlar siviller miydi?

Bir ülke için pek de uzun sayılamayacak son 70 seneye sığan darbeler tarihine, en son olarak da 15 Temmuz darbe girişimine bakılsa Silahlı Kuvvetlerin toplum iradesine ne kadar saygı duyduğuna ve kendisini hukukla bağlı gördüğüne dair ibret verici örnekler bulmak hiç de zor değil.

Sadece bu örneklerden hareketle orduyu, Silahlı Kuvvetleri bütün kötülüklerin anası gibi resmetmek ne kadar yanlışsa “Benim kahraman askerime Mehmetçiğime nasıl laflar atıyor, nasıl hakaretler ediyor…” ifadeleri ile başlayan cümlelerle bir kurumu sınırsız ve tanımsız koruma altına almak da o kadar yanlış.

Bir kere asker de ordu da bir kişiye ait değil. Her evden kimi kendi isteği ile ömür boyu, kimi vatan hizmeti olarak sınırlı süreli şekilde katılan vatandaşlardan oluşan orduyu siyasal bir kişinin itibarı ile eşitlemek her şeyden önce o kurum için zararlı.

Türkiye gibi bulunduğu coğrafyada sürekli farklı güvenlik riskleri ile karşılaşan, bunun için güçlü bir orduya ihtiyaç duyan, geleneğinde de ordunun merkezi rol oynadığı bir ülkede Silahlı Kuvvetlerin önemsenmesinden daha doğal bir şey de yok.

Fakat bu önemsenme o kurumu sorumsuz, sorgulanamaz, layüsel konuma yerleştirirse asıl güvenlik zafiyeti orada başlar. Gerek kurumsal potansiyeli ve performansı gerek verimliliği ile işlevselliği gerek hukuk kurallarına bağlılığı gerekse de kaynak kullanımı açılarından denetlenmeyen bir ordunun gerçekte ne kadar güçlü ve yeterli olduğunu test etmek bazen çok pahalı maliyetler üretebilir.

CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sözleri sonrasında başlayan tartışma hem Türkiye’nin gerçek bir demokrasi için ihtiyaç duyulan şeffaf ve denetlenebilir devlet olgusundan ne kadar uzak olduğunu gösterdi hem de devleti kutsama ve bunun için özgürlükleri rafa kaldırma konusunda iktidar ile muhalefetin arasında çok da bir fark olmadığını.

YORUMLAR (42)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
42 Yorum