Suriye’nin Kürt eşiği
SDG/YPG ile Şam rejiminin anlaşması Suriye’nin yakın tarihinde kanlı bir iç savaşın sonunda Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından en büyük kırılma noktalarından biriydi. Üniformasını çıkarıp gelen Mazlum Abdi ile Ahmet Şara’nın bugüne kadar silahların konuştuğu bir coğrafyada aynı masada bir anlaşmaya imza atmalarının Suriye toplumundaki etkisini sokaklardaki sevinç gösterilerinden anlamak mümkün.
Anlaşma içeriği, uygulamada karşılaşılacak muhtemel sorunlar, yeni Suriye yönetiminin enkaz demenin bile iltifat olacağı adeta moloz yığınına dönmüş bir ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağı ya da kaldıramayacağı üzerine uzun değerlendirmeler yapılabilir. Ancak bunların hiçbiri o imza fotoğrafının Kürtlerin ülkeleriyle vatandaşlık bağının tesis edilmesinde taşıdığı sembolik anlamı zayıflatmaya yetmiyor.
Kimin zaferi kimin hezimeti tartışmaları da yine bu önemli kırılma anının önemini azaltmaya kâfi değil. Eğer süreç hitama ererse günün sonunda her iki tarafın da faydasına olacak böylesi bir adımı sadece zafer ya da hezimet ile tanımlamanın tarafların özgüven eksikliği ya da tatmin olmamış milliyetçi hezeyanlarını tatmin etmenin ötesinde şu an bir anlamı yok.
Esad’ın devrilmesi YPG’nin Rojava illüzyonunun da aslında sonunun geldiğinin ilanı idi. Meşruiyetini ve Suriye’deki varlığını Şam rejimine yaslayan YPG Esad’ın devrilmesi ile birbirine bağlı temel meşruiyet gerekçelerini kaybetti. Esad’ın kaçması ile kendisine ülkenin neredeyse üçte birini bahşeden siyasi zemini ortadan kalkan YPG İsrail’in İran’ı ve vekillerini zayıflatmasıyla jeopolitik destekten de yoksun kaldı.
Yeni Arap cumhuriyetinin Şam’daki merkezi dururken dış destekle araçsal bir egemenlik sahibi olan YPG’ye mecburiyeti kalmayan Arapların yönlerini başkente dönmesi ile demografik zemin de çökmüş oldu. En iyi ihtimalle, o da dağınık bir şekilde ülke nüfusunun yüzde onu Kürt iken ve Kürtlerin tek meşru gücü olmayı silah, şiddet ve cinayetlerle sağlamış iken YPG’nin böylesi geniş bir alanı kontrol etmesi de mümkün değildi.
Şam’ı ele geçiren HTŞ dahil tüm askeri grupların kendilerini lağvederek Suriye ordusuna katılacaklarını ilan etmesi YPG’nin zaten çok geniş olmayan manevra alanını daha da daralttı.
Sadece Amerikan desteği ile IŞİD’in jandarmalığı görevi ya da İsrail çıkarlarını koruma amacı YPG’nin geçici işlevini ve hakimiyetini devam ettirmesi için de yeterli değil. Böylesi bir yol ayrımında SDG’nin Şam ile anlaşmaya varması hem Kürtlerin geleceği hem de Suriye ve bölgesinin istikrarı için çok kritik bir öneme sahip.
Elbette çatışma yolunu seçebilirlerdi. Bu sonucu uzun vadede değiştirmeyebilir ama hem Kürtler hem Suriye için çok büyük maliyet üretirdi. Türkiye’deki süreç ve Abdullah Öcalan’ın çağrısı aslında mecburi olanı daha da kaçınılmaz hale getirdi.
Bugün itibariyle Kürtler ilk kez karşılıklı mutabakat ile kendi kaderlerini Suriye’nin geleceği ile birleştirdiler. Bu adım bugüne yok sayılan ve sadece araçsal olarak anlam ifade eden bir topluluğun eşit vatandaşlık yolunda attıkları kritik bir adım. Eğer kendi alanlarını kontrol etmede ısrar etseler ve büyük bütünün eşit parçası olmayı kabul etmeseler bu sefer belki tüm Doğu Suriye’de değil ama nüfus olarak yoğun oldukları bölgelerde bir azınlık hukukuna tabi olmaları gerekecekti. Hem bütünün eşit parçaları hem de kendi bölgelerinde ayrıcalıklı bir statü talebi ise bugünün Suriye’sinde gerçekçi de değil adil de olmazdı.
SDG ile varılan mutabakat İran’ın teşviki ve Esad rejiminden kalan grupların provokasyonu ile Lazkiye bölgesinde başlayan çatışma ortamının Suriye’yi ve Şam’ı esir almasının da önüne geçti. Profesyonel bir cinayet ve tecavüz şebekesinin toplumun belli bir kesiminin de desteğini ya da sessiz onayını alarak 13 yıl boyunca resmi rakamlara göre yarım milyon diğer tespitlere göre 1 milyona kadar insanı öldürmesinin ardından Suriye’de hayatın hiçbir şey olmamış gibi akması çok zor. Ama Suriye devletinin geleceği bu gerilimleri yönetmesine ve kitlesel intikam duygularına izin vermemesine bağlı.
Suriye güvenlik güçlerine ve Şam’dan onlara yardıma giden güçlere Esad’dan geri kalanlar tarafından pusu kurulması ile başlayan olaylarda Alevi sivillerin hedef alınması en çok Şam’daki yeni yönetimin meşruiyetine zarar verecektir. Esad döneminde işlenen cinayetler sonrasında Şam yönetiminin ‘siviller zarar görmüyor biz teröristlerle savaşıyoruz’ dedikten sonra kadın-çocuk silahlı-sivil ayrımı yapmaksızın sadece rejime muhalif oldukları ya da sadece sünni oldukları için insan öldürmeye devam etmesinin aksine Şara’nın gerekli soruşturma yapılacak ve sorumlularla ilgili gereken yapılacak demesi önemli.
Eğer Alevilere dönük şiddet eylemlerine karşı ilk günden net bir tepki konulmaz ise Suriye uzun ve kanlı bir iç savaşa daha sürüklenebilir. Dün Sünni masum sivillere olanın bu sefer Alevi masum sivillere olması ise acıları daha da derinleştirir.
Bugün itibariyle olayların nispeten durulmuş olması sevindirici. Ama İran’ın ve Esad’dan kalan Nusayri çetelerin bu kanın durmaması için ellerinden geleni yapacaklarını akıldan çıkarmamak gerek. Yaşanan her provokasyondan sonra Şam’ı ve ona destek veren Ankara’yı mezhepçi bir dille hedef alıp mahkûm etmenin hatta mağlup ve mesul ilan etmeye çalışmanın ise rasyonel bir zemini yok. Hele de bunu yapanların son 13 yılda yaşanan cinayetler karşısında nasıl utandırıcı bir sessizliğe gömüldükleri hatırda iken.














