Terör üzerinden kendi gündemini yükseltmek
İstanbul’daki saldırı; herkesin ama daha çok da ateşin düştüğü yerin canını yakarken, bir kez daha bir terör eyleminin acısını bile amasız, fakatsız ya da örtük gündemsiz yaşayamayacağımızı ortaya koydu.
Asıl vazifesi terör, uyuşturucu, yabancı mafyaların varlığı gibi suçların faillerini bulmak değil onları meydana gelmeden önlemek olan İçişleri Bakanı daha herkes ne olup bittiğini anlamadan “ABD büyükelçiliğinin taziye mesajını kabul etmediklerini” söyledi. Aynı Soylu 26 Eylül’de Mersin’de gerçekleşen terör saldırısı sonrasında da CHP ve ABD’yi suçlamıştı.
Bölgede romantik olmaya imkân vermeyecek bir ilişki var. ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki PYD/YPG yani PKK yapılanmasına verdiği destek biliniyor ve Ankara ile Washington arasındaki temel gerilim noktalarından biri.
Aynısı Rusya açısından da geçerli. Bugün Türkiye’nin Suriye’de PKK’ya karşı sınır ötesi harekât yapabilmesine izin vermeyen birinci ülke Rusya. Aynı şekilde Rusya PKK’yı terör örgütü olarak da tanımıyor. Üstüne de Moskova’da meşru bir kuruluş olarak ofis açmasına da izin veriyor. Peki Soylu’dan Rusya karşısında bu kadar net bir açıklama geldi mi bugüne kadar?
Türkiye’nin güvenlik endişeleri ve bölgedeki ülkelerin PKK ile ilişkilerine dair bu tür alakart, duruma-zamana-aktöre göre değişken tavırlar almak ‘asıl dert PKK mı’ sorusunu haliyle akla getiriyor.
Soylu ile farklı saatlerde ama içerik tonu ve gündemi değişik bir noktaya taşımak konusunda hemen hemen aynı tarzda ikinci açıklama Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dan geldi. Özdağ “Konuş susma! Sen bu ülkede başbakanlık yapmış adamsın korkma bildiklerini açıkla!” diyerek en az altı yıldır resmi bir sorumluluğu bulunmayan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nu hedef aldı.
Saldırı sırasında Manisa'da olan Davutoğlu’nu tartışmanın odağına yerleştirme çabası ile Özdağ neyi amaçladı ayrıca tartışmaya muhtaç. Ama 7 Haziran – 1 Kasım 2015 arasındaki terör sarmalı üzerinden Davutoğlu’ndan açıklama talebinin zihin haritasına bakmak gerek.
7 Haziran-1 Kasım arasında ne oldu sorusu aslında süreçleri siyasetle, siyasetçinin kendi hikayesini toplumla örtüştürmesi ile açıklayamamanın; Türkiye’de sonucu belirleyenin hep bu tür mühendislik çabaları olduğu ön kabulünün bir sonucu.
Söz konusu tarih aralığındaki terör saldırıları ne sadece Türkiye’yi hedef almıştı ne de 1 Kasım’da AK Parti yeniden tek başına iktidara gelince sona erdi. Yıldıray Oğur o dönem olan bitenin hikayesini gayet anlaşılır bir şekilde KARAR’da yazdı zaten.
Ama burada asıl sorun iktidar gücünün, terör-devlet operasyonu-dış güçlerin müdahalesi sarmalının dışında kazanılabileceğini düşünmemenin ve Türkiye okumasını gerçek siyaset üzerinden yapamamanın kolaycılığı.
“AK Parti 22 yıldır kendi hikayesi ile toplumun hikayesini birlikte dokuduğu, sokağın ihtiyaçları/beklentileri ile icraatlarını paralel bir çizgiye oturttuğu için kazandı” diyememek, “iki seçim arasında ne oldu açıkla” itirazlarının arkasında yatan bilinçaltı.
“Olsa olsa iktidar kazanamayacağını anlayınca kendi insanlarını öldürerek dehşet yarattı ve o sayede insanlar oy verdi” demek hem toplumdan kopukluğu, siyasi başarısızlığı örten hem de karşı tarafı olağan suçlu koltuğuna oturtan mühendislik hikayelerinden medet ummanın sonucu.
“Davutoğlu anlatsın” diyenler o gün neden kendilerine verilen yüzde 13 oyun getirdiği özgüven ile Türkiye’nin yönetimine katkı vermekten kaçındıklarını da anlatabilseler belki daha açıklayıcı olur.
O günün MHPlisi bugünün Zafer Partilisi Özdağ’ın tartışmayı 7 yıl öncesine taşıması tam da daha seçim akşamı Türkiye’yi yeniden seçime götürecek açıklamayı yapan Bahçeli’nin isteyeceği bir söylem. Ama Özdağ muhalefette. Tabii gerçekten öyle ise.
1 Kasım seçim sonuçlarını terör saldırılarına bağlamak, Davutoğlu’nun o dönem kendi partisinin içinde ‘seçimler geçsin gereğini yaparız’ hazırlıklarına rağmen Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak için üstlendiği sorumluluğu yok saymanın da pratik yolu.
Erdoğan ve AK Parti neredeyse o dönemde Davutoğlu’nun varlığını tarihten silmek isterken, asıl rekabet ettiği iktidarın başındaki Erdoğan’ı değil de Davutoğlu’nu hedef alması Özdağ’ın asıl kiminle kapıştığını anlamayı da zorlaştıran bir strateji. Kim bilir, belki de tam tersi kolaylaştırıyordur.
Bugün Erdoğan’ın kaybediyor görünmesi de aslında benzer bir sebepten. Yani artık sokakla bağının kopmasından, Soylu gibi mühendislik üzerinden iktidar kurgulayanlara kendini teslim etmesinden, yabancı ülkelerin ne diyeceğini içerde sokakta kendisine ne denileceğinden daha önemser hale gelmesinden.
Bu mühendislik çabaları ile iktidara asılmanın karşısına gerçek siyasetle çıkılırsa Türkiye’de bir değişim yaşanabilir. Aksi takdirde 2023 seçimleri aritmetik ve siyasal mühendislik hesaplarının rekabeti haline gelir ki orada da sonucu belirleyen gelecek idealleri değil günü kurtarma taktiklerinin hangisinin daha iyi sonuç vereceği olur.