Türkiye’den önce masayı yönetmek
Altılı Masa Türkiye siyasetinde kolay kolay kurulamayacak bir birlikteliği temsil ediyor. Rahmetli Özal’ın dört eğilimini bir araya getirmesini saymazsak 12 Eylül ihtilalinden beri solla sağ genel bir ortak siyaset anlayışı ile değil seçim sonuçlarının zorlaması ile mecburi konjonktürel birliktelikler yaşadı.
Bu yoruma özellikle sol kesimin itiraz etmesi kesin gibi. Ama seküler bir yaşamla dindar bir duruşu meczedebilmesi Özal’ın liberal politikalarını aşan bir kimlik buluşturabilme yeteneği idi.
Altılı Masa ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kitlesini tahkim etmekte gösterdiği yeteneğini karşısındaki kitleleri buluşturmakta da göstermesinin sonucu olarak kuruldu. Üstüne de Erdoğan’a karşı kimsenin tek başına seçim kazanamayacağının görülmesi bu oluşumu mümkün hatta mecburi kıldı.
Ancak altılı birlikteliğin bunu aşan bir yanı da var. O da daha seçime bir yıldan fazla zaman varken ortak bir sistem hedefi ve ülkeyi yönetme iddiası ile ortaya çıkılabilmiş olması. Son 20 yılda tüm mahallelerin tek başlarına ülkeyi temsil edecek ve yönetecek hem meşruiyete hem vizyona hem de kapasiteye sahip olmadıklarını anlamaları da bugünkü yapıyı mümkün hale getirdi.
Şimdi, en azından iktidara oy vermeyi düşünmeyenler, bu yeni yapının kendi içinde uyumlu bir vizyon ortaya koymasını bekliyor. Fakat son aylardaki eğilime bakılırsa baştaki ‘tek başımıza olmaz’ yaklaşımı yerini ya ‘bizden başka alternatif yok’ ya da ‘bizsiz eksikler’ zorlamasına terk ediyor.
Halbuki Altılı Masa kurulduğu günden bu yana ne tek tek partilerin bireysel oy oranları ne de toplamdaki seçmen tercihi “birlikte devam etmek zorundayız” algısını değiştirecek hareketlilik yaşamadı.
CHP doğrudan tercihlerde neredeyse hiç değişmiyor. İYİ Parti bir dönem yakaladığı ivmeyi koruyamadı. DEVA ve Gelecek partileri ilk başta hedefledikleri yerin çok uzağındalar. Saadet ve Demokrat Parti’de de oyun değiştirici bir kıpırdanma yok.
Millet İttifakı’nın Cumhur İttifakı karşısındaki konumu da uzun vadeli kesin yorumlara izin vermiyor.
Bu verilere rağmen 28 Şubat’taki Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisinde görülen ‘birliktelik’ havası yerini bireysel gündemlere bırakmış durumda.
Hemen şunun altını çizmek gerek. Altı partinin hepsinin ayrı gündemleri ve öncelikleri olabilir. Tabanları da birebir ayrı değil hatta tam tersine uzak duruşlarda olanlar var. Bu parametreler o gün neyse bugün de aynı. Ancak liderlerin kamuoyuna yansıyan tutumları o günkü kadar tutarlı değil.
Gerilimin görünür hale gelmesi CHPli Gürsel Tekin’in kabinede HDPli bakanların da bulunabileceğini ifade etmesi üzerine İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in tepkisi ile oldu. Aslında bu tepki geriye doğru biriken bir enerjinin yansıması idi.
İYİ Partililer uzun zamandır ittifaktaki katkılarının gerektiği gibi görülmediğinden, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun tek başına bir kampanya yürütmesinden ve partinin bundan altı ay önceki performansından uzaklaşmasından rahatsızlar. Akşener son tepkisi ile bu biriken enerjiyi görünür kıldı.
Cumhurbaşkanı adayının kimliği, seçimlere nasıl bir ittifak yapısı ile girileceği, eğer iktidar değişirse yönetimin hangi parametrelere yaslanacağı ve tabii ki HDP ile nasıl bir ilişki yürütüleceği konuşulmadıkça Türkiye’yi yönetmeye talip bir yapı öncelikle kendi dinamiklerini yönetmekte zorlanmaya devam edecek.
Her parti kendi açısından haklı olabilir. CHP ana muhalefet partisi konumunu, İYİ Parti masadaki sağ blokun taşıyıcısı olduğunu diğer aktörler ise Millet İttifakı’nın ulaşamadığı siyasal izdüşüme ancak kendilerinin varlığı ile ulaşılabileceğini öne sürebilir. Ancak bu gerekçelerin hiçbiri genel fotoğrafı değiştirmiyor.
Altılı Masa Türkiye siyasi tarihinde kalıcı bir iz bırakmak istiyorsa seçimleri kazanmak ve sonrasında sürdürülebilir bir iktidar yapısı kurmak zorunda. İlki gerçekleşmezse sadece masa değil liderlerin siyasal yaşamı da ağır bir kırılmaya uğrar. İkinci olmazsa Altılı Masa niyet olarak iyi, pratik olarak işlevsiz bir deneme olarak kalır. Tek anlamı da bir iktidar değişikliğinin önünü açmak olur. Tabii sonraki seçimlerde Erdoğan yeniden iktidara gelmezse.
Dolayısıyla Türkiye’nin önündeki sorunlar da muhalefet liderlerinin kendilerinin ilan ettikleri hedefler de bireysel gündemlerden daha büyük.