Tutarsızlık girdabı

Koskoca, dibi görünmeyen bir tutarsızlık çukurunun içine düşmüş gibiyiz. Debelenip duruyoruz.

Çevresindeki her şeyi, koca koca dava adamlarını, değerleri, eski duruşları ve duruşsuzlukları, yalan yanlış söylevleri, boşa ya da doluya akan göz yaşlarını, heyecanları, duyarsızlıkları içine çekip yutan bu tutarsızlık girdabının başında da artık oturma odamızın daimî misafiri gibi gördüğümüz yüzler duruyor.

Azıcık siyaset yapmış, görmüş geçirmiş, yakın tarih okumuş, arada bir sokağa çıkıp slogan atmış, köşelerinden ülke ya da dünya kurtarmışların arada espri olsun diye, ortamı yumuşatmak için rahmetli Demirel’den aktardığı ‘dün dündür, bugün bugündür’ özlü sözü bile anlamsız ve kuru kalmanın utancı ile kimse görmeden ortadan kaybolma derdinde.

Google hazretlerine eskiden söylenen sözleri hatırladığı kadarı ile yazıp çıkan sonucun beklediğinden daha da şok edici olduğunu görüp, bugün söylenenlerle, yapılanlarla yan yana kopyala yapıştır yapıp ‘bak ne buldum’ heyecanına kapılacak bile derman kalmadı hafıza koridorlarında dolaşacak.

Bazen merak ederim. Her toplantıda, açılışta, kongrede hediye edilen kenarları altın işlemelerle süslü, bir de takdim edilecek makamın mehabetine uygun olsun diye istidadı zirvede işin erbaplarına yazdırılan hat levhalarını nereye koyarlar diye. Bir de o levhalarda ne yazdığını tabii.

Örnek çok ama onların meşhurların birinde ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru’ ol yazar. İstikamet üzere yani. Öyle doğru dur, doğru git filan değil. “İstikamet üzere, dosdoğru”.

Tamam biraz derin nefes alıp hayatın gerçekleri ile ideallerin erişilmez hedefleri arasında bir yer bulmaya çalışmakta fayda var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya kupası maçları nedeniyle gittiği Katar’da Mısır Devlet Başkanı Sisi ile hani iki eski dostun karşılaşması, birbirine kavuşan iki eski yarenin el ele tutuşması gibi samimi bir fotoğraf paylaştı. Hani bilmeyen daha dün birliktelerdi o ayrılık bile zor geldi diye düşünecek.

İki ülkenin hele de Türkiye ve Mısır gibi Orta Doğu’nun iki nirengi noktasının bu kadar uzak kalması eşyanın tabiatına tersti zaten. Artık dillere pelesenk olan, arada neredeyse hiç ilişki olmayan ülkeler için bile kullanılan ‘iki kadim dost halk olarak’ gibi ifadelerin en çok yakışacağı ülkeler olsa olsa Türkiye ile Mısır olur.

Biri Arap Birliği’nin merkezi, Arap sinemasından milliyetçilik çağında Arap entelektüellerine ev sahipliği yapmış Kahire, diğeri altı yüzyıllık Osmanlı’nın mirasçısı, Doğu ile Batının birbirine en çok değdiği ama Batılılaşma hikayesinin de en önde gelen adresi.

İstanbul’daki en meşhur çarşılardan birinin adı rivayete göre oradan gelen vergilerle yaptırıldığı için ‘Mısır Çarşısı’. Hikayesi bizim açımızdan hüzünlü olsa da Bebek sahilindeki Mısır Başkonsolosluğu ile İstanbul’da kaç yalı, bina yarışır bilemiyorum.

Bu kadar birbirine yakın olan, yakın olması gereken iki ülkenin devlet başkanının buluşması o zaman neden incitir ki insanı? Ya da kişiyi bu noktaya kim nasıl getirir?

Bosna iç savaşında keskin nişancılara hedef olan Boşnakları canlı yayında izlemek benim neslimdeki muhafazakarların kimlik ve dünya algısındaki en belirleyici anlardan biri idi. Önceki nesilde İsrail’in Filistin işgali muhtemelen benzer bir etki bırakmıştı. Bosna’dan yaklaşık yirmi yıl sonra Arap Baharı’nın sembolü Tahrir Meydanı ve Rabia Meydanı’ndaki katliamlar ise iletişim imkanlarının kat ettiği mesafe ile önceki örneklerle yarışan biz iz bıraktı belleklerde.

Eskiye dair hafızası güçlü olan Erdoğan da oradaki acıyı iliklerine kadar yaşadı. Öyle ki o dönem “darbecilerle iletişim kurmalıyız, bunu hem iki ülke için hem Mursi ve arkadaşlarının güvenliği için hem de Mısır’ın geleceği için yapmalıyız” diyenlere izin vermedi. Ya hep ya hiçti. O hiç’i tercih etti.

O ‘hiç’ ne kadar doğru idiyse ise bugün de o kadar doğru olan ‘ne olursa olsun da olsun’a evrildi Cumhurbaşkanı. Bir aşırı uçtan diğer uca. Kahire, Ankara’dan gelen tüm normalleşme çabalarına yukardan tepkilerle sırtını dönerken Erdoğan her seferinde Sisi ile görüşmenin yollarını aradı.

Doğu Akdeniz’de Türkiye karşısında bir paktın Mısır’ın katılımı ile kurulması, Akdeniz’deki süreçlerden Kahire’nin diretmesi ile Ankara’nın dışarda bırakılması, İsrail ile bile normalleşmişken Mısır’la ilişki kuramamanın bölgede özellikle Gazze’de Türkiye’nin etkisini sınırlaması ve Libya’da Mısır’la bir orta yol bulamamanın yönetim maliyeti Sisi ile görüşmeyi elbette doğru bir adım haline getiriyor.

Peki diplomasiyi az buçuk bilenler için bunların neresi sürprizdi? Bunların hepsi dün değil dünden önce gerçekleşirken normalleşme için neden bu kadar beklendi? Ve son tahlilde atılan bu taş, altına girilen bu ezici moral yük ürküttüğünüz kurbağa değecek mi?

Nitekim o mesut tokalaşmanın fotoğrafları birinci sayfalardan daha inmemişken Mısır, Yunanistan ile Türkiye’nin Akdeniz’deki egemenlik iddiaları ile hani şu ‘Mavi Vatan’ ile çelişen “Arama ve Kurtarma Sahalarında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzaladı. Dışişleri Bakanlığı da beklendiği gibi tepki gösterdi. Ama açıklama öyle bir dille yazılmış ki sanki anlaşmayı Yunanistan kendi kendine imzaladı. Mısır’ın ismi bir başlıkta bir de içerde o da öznenin Yunanistan olduğu cümle içerisinde geçiyor. Atina gidip Kahire’nin başına silah dayadı sanki imza için.

Sürekli yapmayacağı veya yapamayacağı şeyleri söyleyip, ardından da hiçbir şey olmamış gibi tam tersini yapmanın ismine siyaset denilmiyor. Aksine bu tavrın ismi siyasetsizliktir. Bugün yaşanan da budur.

Bu siyasetsizliğin temelde üç özelliği var. Birincisi, ilişkilerin yeniden kurulduğu bütün ülkelere el açarak giden kişi o ülkeler aleyhine en ağır cümleleri kurmuş olan Erdoğan’dır. İkincisi, Erdoğan’ın özellikle Rusya işgali sonrası Türkiye’nin jeopolitik ağırlığı ciddi anlamda artmasına rağmen bu sermayeyi kullanmak yerine ilişki kurma düzeyinde harcamasıdır. Üçüncüsü, ülkelerin gerçekten bir itibarı meselesi vardır ve bu denli ucuz bir şekilde harcanmamalıdır.

Neresinden baksanız içeriği tartışmalı, ahlaki yükü ağır bir normalleşme sürecini ‘mango suyu’ anekdotları ile meşrulaştırmak ise ancak utancı ve tutarsızlık çukurunu derinleştirmektedir.

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum