Uzaya giden Türk, sinemaya gidemeyen gençlik…

Türkiye ve –iddiaya göre- dünya tarihine geçecek başarılar ile hayatın acımasız gerçekleri arasında şizofrenik salınımlar yaşayan bir hastaya dönmüş gibiyiz.

Bir yanda Amerika’dan uzaya doğru süzülen bir roket, roketin içinde omuzunda Türk bayraklı bir astronot; diğer yanda gün ağarırken –daha doğrusu saat düzenlemesi nedeniyle gün ağaramadan- toplu taşıma ile asgari ücret almak için yollara düşen milyonlar.

Cem Yılmaz’ın “80 milyon bizi izliyor, hani nerde 80 milyon!?” esprisindeki gibi değil, 15 milyon ücretli çalışanın neredeyse yarısı asgari ücretli. Bunların önemli bir kesimi ise gençler.

Tüm rasyonel kriterlerin üzerinde genişleyen kamu istihdamı, kalitesindeki boşlukları, eşitsizlikleri ve yeni neslin tabiri ile “salmışlıkları” ölçmenin bile zorlaştığı eğitim sistemi, bozulan işgücü arzı sonunda artık gelirini çalışanı ile paylaşma ihtiyacı duymayan özel sektör, temel hedefi mümkün olan en kısa zamanda emekli olmaya indirgenen bir çalışma hayatı ile uzaya giden astronot aynı cümlede bile garip duruyor.

Tek tek bireyleri hedef almanın, alınan maaşları yüksek/düşük bulmanın, işsiz kalmaktansa üç kuruş emekli maaşı ile geçinme derdine düşenleri eleştirmenin ya da ayranı yok içmeye ne işimiz var uzayda demenin bir faydası yok. Ama gidişin gidiş olmadığı da bir vakıa.

En güncel başlık emeklilerin durumu. Emekliler son zamlarla daha önce üstünde aldıkları asgari ücretin neredeyse yarısına geriledi. Üstelik senenin kalanında bu rakam geçinmek için çok daha anlamsız hale gelecek.

EYT gibi emeklilikle ilgili yapılan düzenlemeler on yıllarca sürecek yapısal anomalilere sebep oluyor ki bunları kısa vadede çözmek de mümkün değil. Gelinen noktanın sorumlusu ise doğal olarak 22 yıldır ekonomiyi yöneten iktidar.

Devlet memurluğu üzerinden 87 milyonluk ülke dev bir kamu idaresi olmaya doğru ilerliyor. 2007 yılından bu yana kamu personeli sayısındaki artış yüzde 80’lere ulaşmış durumda. Hepimiz aynı ülkede yaşıyoruz. 2007 yılından bu yana nüfus artışını yüzde 22 aldığımızda aradaki ilave kamu personelinin hayatımıza nasıl bir etkisi var?

Bugün itibariyle kadrolu, sözleşmeli ya da daimî işçi olarak 5 milyonun üzerinde insan doğrudan devletten maaş alıyor. Öyle olunca üniversite eğitiminin neredeyse tek amacı uzaya gitmek değil 4 yıl yüksek maliyetle ötelenmiş bir işsizlikten sonra mümkünse devlete kapak atmak.

Buna 15 milyon emekliyi de ekledik mi 20 milyon. Şimdi biz bu ülkeden verimlilik ve yüksek teknoloji bekleyeceğiz.

İşin kötüsü geri dönüşü çok zor olan bu çıkmaz, eğitim sisteminde sonuçsuz reformlar yapma ve eğitim kalitesini yükseltememe hastalığı ile malul AK Parti döneminde de alternatif başka bir yönetimde de kısa vadeyi bırakalım orta vadede düzelme umudu taşımıyor.

Kamunun bu verimsiz istihdam politikası nihayetinde çalışmanın önemsenmediği, liyakatin anlam ifade etmediği, yükselmenin ya sadece kadroda geçirilen zamana ya da siyasi bağlantılara endekslendiği toplumsal bir çürümeyi beraberinde getiriyor. Bu çürümeden teknolojide dünya ile yarışan bir ülke nasıl çıkacak?

Geçen hafta sonu Oksijen gazetesinde İstanbul’da beyaz yakalıların en yoğun olduğu Levent-Maslak hattında çoğunluğu genç çalışanlarla yapılan röportajlar; kamunun ücret politikaları, plansız üniversite eğitimi ve ekonomideki daralma sonunda gelinen noktayı iç acıtan örneklerle açıklıyor.

Türkiye’nin yetişmiş ve birçok sınav/mülakat süreci sonrasında büyük şirketlerde işe girebilmiş üniversite mezunu gençleri asgari ücretin biraz üstünde maaşlarla ancak ailelerinin yanında hayatlarını sürdürebiliyor.

Kamuda çalışmadan da maaş alan ya da verimsiz işlerde ömür tüketen, özel sektörde genç bir çalışanın ifadesi ile ancak “hayvanlar gibi sadece karnını doyurup işe gidip gelebilecek kadar” kazanabilen, hayal kurmasının imkânsız değil anlamsız olduğu bir genç iş gücü oluşmuş durumda.

Buna ne istihdamda ne de eğitim hayatında olmayan ve OECD verilerine göre diğer ülkelerin çok üzerindeki ev gençlerini de ekleyelim. Büyük kesimi de belki ellerinde akıllı telefonlardan atmosferi delen roket izleyip gurur duymuştur.

Mesele parayla uzaya gönderilen Türk astronotu değersizleştirmek değil. Başta uzay araştırmaları olmak üzere zamanın ruhunu hissetmenin, endüstri 5.0’ı tartışmanın, TOGG üzerinden otomotiv endüstrisinde çaba göstermenin, silah sanayindeki gelişmelerle iftihar etmenin kimseye zararı yok. Bilakis keşke her gün bunları konuşabilsek.

Kalıcı ve sahici toplumsal sıçramalar ancak geniş kapsamlı, yapısal, sosyolojik dinamiklerle desteklenen, eğitimde fırsat eşitliği ve yüksek kalite ile beslenen ve en önemlisi gelir adaletini de mümkün kılan demokratik hukuk devleti üzerinde yükselen süreçler sonunda gerçekleşir.

Aksi takdirde slogan heyecanının ötesine geçemeyen havai fişek benzeri parlamalarla kendimizi avuturuz.

YORUMLAR (28)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
28 Yorum