Anlam arayışı

Bir süredir gündemde yer bulan bir kayıp vakası; kaybolan Mimar Ece Güler’in, Belgrat ormanında sağ bulunmasına rağmen maruz kaldığı soğuğun etkisine daha fazla dayanamayarak hastanede ölmesiyle sonuçlandı. Olay, basında pek çok yönüyle ele alındı. Genç mimarın işyerinde uğradığı mobing, psikolojik sıkıntıları vb konuşuldu. Hatta cadılık eğitimleri aldığını, eğitim aldığı kişinin de soruşturmaya dahil edildiğini öğrendik. Bunların her biri ayrı ayrı üzerinde durulması gereken şeylerdir elbette ancak benim dikkatimi çeken, hayatını kaybettiği için Ece Güler’e artık hiçbir faydası olmayacak bir şey maalesef. Başkalarına faydası olur mu bilmem fakat konunun bu yönüne de değinmek lazım, konu maneviyat boşluğu.

İnsan ruh ve bedenden oluşan bir varlık. Yaşarken bu ikisi birden insanı oluşturuyor. İnsan ölünce ruh bedeni terk ediyor ve beden bir süre sonra çürüyüp kokmaya başlayacağı için artık işe yaramıyor, bedeni gömmek gerekiyor. Ruh ise bir çeşit uykuya geçiyor, bu uyku mezardan kalkış günü de diyebileceğimiz kıyamet gününe kadar sürecek ve o gün insanlar, yeniden bedenlenerek hesap görülecek yerde toplanacaklar. İşte bu ruh, bu dünyada, bu bedenimizdeyken de bazı ihtiyaçlar hissediyor: sevilip sayılmak, kendini bilmek ve gerçekleştirmek, mutlu olmak gibi ihtiyaçlar. Bunlar sağlanmazsa depresyon vb hastalıklar, hayatı anlamsız hissetmeler başlayabiliyor. Özellikle ergenlik çağındayken insan, kim olduğu, bu dünyaya niye geldiği gibi sorular soruyor kendisine ve eğer sorularına tatmin edici cevaplar bulabilirse hayatı daha bir anlamlı yaşama şansına kavuşuyor.

Gelenekte “Elest bezmi ve kalu bela” diye anlatılan da budur, o anlatıda ruhlar yaratıldıktan sonra diye geçer ancak Kur’an-ı Kerim’e bakarsanız Araf suresi 172. ayette “… Allah, ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldığında …” şeklindedir yani ergenlik çağına gelip sorumluluk üstlenecek hale geldiği çağda demektir. Bu çağda ilk kez anlam arayışına çıkar insan. Ayette Rabbimizin ademoğullarını kendilerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu, ademoğullarının da “Elbette Rabbimizsin, biz buna şahit olduk” dedikleri yazar. Bu sorunun gerekçesi olarak da “… kıyamet günü ‘biz bundan habersizdik’ demeyesiniz diye …” gösterilir.

İnsanın iç dünyasında bu sorularla karşılaşma ya da cevap bulma durumu sadece bir kez değil farklı farklı zamanlarda tekrar tekrar gerçekleşir, insan kendisine tekrar tekrar “Ben kimim, bu dünyaya niye geldim?” gibi sorular sorar. İlk başta Rabb’ul alemin’e verdiği cevabı unutmaz ve doğru kaynaklardan, doğru bir biçimde beslenmeye devam ederek hayatını sürdürürse ne alâ. İlk cevabını unutur veya ciddiye almaz, görevi insanı yoldan saptırmak olan şeytanın ayartmalarına kanarak dünyanın geçici zevk ve eğlencelerine dalarsa, daldıklarının hepsi de geçici olduğu ve içindeki boşluğu dolduramayacağı için çaresiz kalır. İnsan ruhu çaresizliği de kabul etmediği için başka alternatifler aramaya başlar. İşte bu arayışlar, insanı gökyüzündeki cansız yıldızlardan, gezegenlerden medet ummaya, kartlarla açılan fallarla hayatını yönlendirmeye hatta cadılık eğitimleri almaya sevk eder. Oysa böyle şeyler manevî boşluktan kaynaklanmaktadır ve kim ne derse desin manevî bir boşluğu o hissi yaratanın emir ve yasaklarına uymaktan başka hiçbir şey gideremez.

İnsan yeri, göğü yaratana; bedenini, duygularını yaratana tam teslim olduğu sürece, onun emir ve yasaklarına uymaya büyük gayret gösterdiği sürece, iç dünyasındaki sorularla başa çıkmayı başaracaktır çünkü ancak o zaman Araf 172. ayette geçen kendine şahitliğini tam olarak yerine getirmiş olacaktır.

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum