İmamoğlu: “Herkesin üretmesi lazım”

Hiç şüphesiz koronavirüs süreci ile birlikte “tarım ve hayvancılık” sektörünün stratejik bir noktaya geldiği aşikârdır. Tabii bu dönemde ülkeler kendi kendine yeter duruma gelmenin de ne kadar önemli olduğunu ayrıca test etmiş oldu.

Salgın sürecinde çoğu ülkede, tedarik zincirlerinin bozulmasıyla, insanların ve malların hareketine getirilen kısıtlamalar sebebiyle, gıdaya erişim konusunda ciddi zorluklar yaşandı. Ayrıca, bazı ülkelerde gıda fiyatlarında da çok ciddi yükselişler görüldü. Tam da bu nedenlerle, daha dayanıklı, sürdürülebilir gıda sisteminin benimsenmesi, gıda atığının azaltılması ve gıda üretiminin güçlendirilmesi gerekiyor.

Dolayısıyla, tüm bu yaşanan olumsuzluklar ve gelecekteki diğer oluşabilecek şokların (afet, kriz…) da şimdiden önlenmesi amacıyla, “kentsel tarım” konusu son dönemin en öne çıkan konuları arasında yer alıyor. Tabii bu süreçte, “kentsel tarım” konusu ile ilgili birçok makale yazılıyor ya da birçok yorum yapılıyor. Buna göre;

Söylenen o ki, yaşadığımız bu dönemde gıda kaynaklarında kesintilerin her an olabileceği belirtiliyor ve kesinlikle yerel üretime daha fazla ilginin olması gerektiğinin altı çiziliyor. Bu noktada, kentsel çiftliklerin bu tür aksamalar sırasında amortisör olabileceği de özellikle belirtiliyor.
Diğer taraftan, dünya nüfusunun üçte ikisinden fazlasının 2050 yılına kadar şehirlerde yaşaması bekleniyor. Ki bizde de nüfusun çoğunluğu hâlihazırda kentlerde yaşıyor.

Bu bağlamda, yetkililerin, tüm paydaşların, aslında hepimizin “toprağın kentlerde nasıl kullanıldığı konusu” ile ilgili düşünmesi gerekmiyor mu?
Kentsel tarımın gıda güvenliğini ve beslenmeyi iyileştirebileceği, iklim değişikliği etkilerini azaltabileceği ve stresi azaltabileceği ortadayken, bizlerin bu konu üzerinde çok daha fazla zaman harcaması, yazıp, çizmesi gerekmiyor mu?

Ve dolayısıyla kentsel tarım yoluyla hane halkının, bir anlamda kentlerde yaşayan hepimizin üretim sürecine dâhil edilmesi ile ilgili planlamaların zamanı gelmedi mi?

Belki de zaman geçiyor…

EKREM İMAMOĞLU: “HERKESİN ÜRETMESİ LAZIM”

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tarım konusunda katıldığı etkinlikler çok dikkat çekiciydi doğrusu…
Öncelikle İmamoğlu’nun Pendik Göçbeyli köyünde ilk defa yapılan hasat bayramına katılması önemli ve değerlidir. Zira etkinlikte konuşan Göçbeyli Tarım Kalkınma Kooperatifi Başkanı Salim Dilemek’in “Böyle bir desteği ben 60 yıldır görmedim.” cümlesi ne kadar düşündürücüdür. Bu cümle tarımın şu ana kadar ne kadar ihmal edildiğinin de somut göstergesi olarak belirtilebilir doğrusu…

Sonrasında İmamoğlu’nun, Kadıköy’deki “Üretici Kooperatifi Pazarı”nın açılışına üretimle sürekli iç içe olan annesi Hava İmamoğlu ile birlikte katılması da anlamlı ve önemlidir. İmamoğlu’nun üretici kadınlarımızla sohbet etmesi, onları yüreklendirmesi bir anlamda onların yanında olduğunu hissettirmesi çok özlediğimiz görüntülerdi doğrusu… Ayrıca, İmamoğlu’nun İstanbul’un köylülerine 3 milyon 600 bin fide dağıtıldığını ve seneye daha fazla destek olunacağını belirtmesi de sevindirici bir gelişmedir.

Bu noktada, İmamoğlu’nun geçen hafta tarım konusundaki icraatları sonucunda, kentsel tarımın da ayak seslerinin güçlü bir şekilde duyulmaya başladığını belirtebiliriz doğrusu…

Diğer taraftan, İmamoğlu’nun çiftçilerimizle samimi sohbeti esnasında bir üreticimizin “Biz 35 senedir bu işi yapıyoruz, şimdiye kadar hiç böyle bir hak görmedik. Görmediğimiz için de şaşırdık.” demesi aslında tarımda yaşananların özeti değildir de nedir?

Dolayısıyla, İmamoğlu’nun üreticilerimize söylediği “Herkesin üretmesi lazım” sözü İstanbul için motto olabilir ve hatta tüm Türkiye genelinde bir seferberlik anlayışına dönüşebilir. Böylelikle tarım konusunda bilinçlendirme ekosistemi kendiliğinden ülke çapında değerini bulabilir.
Son olarak, İstanbul’da tarım konusunda yapılanların diğer kentlerimize de örnek olması dileğiyle…

İSTANBUL / ŞİLE’DE ÜRETİCİLERİMİZLE BİR GÜN...

Bu hafta da İstanbul’un ilçesi Şile ve çevresindeki yakın köyleri dolaşarak üreticilerimiz ile görüştüm.

Öncelikli olarak, besicilikle geçimini sağlayan bir amcamızın söylediklerine dikkatinizi çekmek isterim:

“Şu an hâlihazırda 100 küçükbaş (koyun), 50 büyük baş (boğa) hayvanımız var, şükür. Biz besicilikle uğraşıyoruz. Hayvanları besleyip sonrasında kesim ile birlikte satışını yapıyoruz. Tabii burada hayvanları yetiştirme esnasında yem fiyatlarının yüksek olması bizi zorluyor. Ayrıca, Şile’de yakınlarda mezbaha yok. Kesim için ta Tuzla’ya gidiyoruz. Bu bizim için eziyet tabii… Duyduğumuza göre bazı bölgelerde besicilere destek veriliyor. Bizim burada aldığımız herhangi bir destek yok. Şu an oğlumla çalışıyoruz. Keşke destek olsa da işleri büyütebilsek ve oğlum da ileride bu işi rahatlıkla yapabilse…”

Bir anlamda besicilikle uğraşan amcamız yaptığı işin sürdürülebilir olması için desteğin, yönlendirmenin şart olduğunu belirtiyor. Tabii burada, Şile’nin kent merkezine yakın olması bu bölgenin tarım ve hayvancılık açısından çok daha değerli olduğunu gösteriyor.

Sonraki durağım yumurta üreticisi bir amcamız oldu. Yaklaşık 1.000 adet tavuğu olan üreticimizin söyledikleri şu şekildedir:

“Biz bu işi yaklaşık olarak 6 yıldır yapıyoruz. Bulunduğumuz arazi bizim olduğu için maliyet açısından daha rahatız. Çünkü bu işte maliyetler zorluyor. Öncelikle tavuklar için kullandığımız yem fiyatları bizi zorluyor. İşçilik maliyetimiz yok. Çünkü tüm işi ailecek yapıyoruz. Aslında böyle de zor, ama yapacak bir şey yok. 7/24 işin başında olmak gerekiyor. Sabahın 5’inde kalkıyoruz. Tavukların yemi, suyu, temizliği derken sürekli bir çalışma… Ayrıca, tavukların yaşı ilerleyince yumurta verimi düşüyor. Dolayısıyla yeni tavuklarla sürekli kendinizi yenilemeniz gerekiyor. Bu da yine maliyet demek oluyor.”

Yumurta üretimi yapan amcamızın aslında söylemek istediği özetle; bu işe dayanmanın kolay olmadığı… Maliyetler sebebiyle herhangi bir sarsıntıda işi kapatan üretici sayısının fazla olduğunu vurguluyor. Bir anlamda bu alanda sürdürülebilirliğin kolay olmadığını özellikle belirtiyor.

Oysaki tarım ve hayvancılık da en önemli konulardan biri sürdürülebilirlik değil midir?

Tam da bu noktada, son günlerde gündeme gelen TARBİL projesinin yeniden hayata geçirilmesi gerekmiyor mu?

İHA / SİHA üretimi bizleri ne kadar gururlandırıyorsa, aynı şekilde tarımı teknolojiyle buluşturan TARBİL gibi projelerin de yeniden hayat bulması bizleri bir o kadar gururlandıracaktır.

KISA KISA:

Geçen hafta Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından “Küresel Salgının Anatomisi/İnsan ve Toplumun Geleceği” isimli bir kitap yayımlandı. Kitapta özellikle Prof. Dr. Halit Keskin Hocamızın “Yeni Normalde Sektörlerin Geleceği ve Firmaların Dönüşümü” isimli kaleme aldığı makalesinden bir bölümü belirtmek isterim.

Aynen aktarıyorum:

“Covid-19 virüsünün sektörel etkileri incelendiğinde en önce ele alınması gereken sektör tarım ve hayvancılık sektörüdür. Bu sektör insan hayatının idame ettirilmesi için oldukça önemli unsurlar ihtiva etmektedir ve pandemi sürecinde stratejik hale gelmiştir.” Ayrıca, Prof. Dr. Halit Keskin Hocamız, makalede kısaca, Covid-19’un birçok sektörde ve firmada değişim ve dönüşümün fitilini ateşlediğini belirtiyor ve sektörlerdeki değişimi ve dönüşümü detaylı bir şekilde analiz ediyor.

Hocamızın “Yeni Normalde Sektörlerin Geleceği ve Firmaların Dönüşümü” isimli makalesinin belirsizliklerin fazla olduğu böylesi bir dönemde bizlere yön vereceği aşikârdır. Bu vesileyle, Prof. Dr. Halit Keskin Hocamızın emeğine sağlık…

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum