Adalet tanrıçasına aynalı gözlük takmışlar
90’lı yıllarda yargı mensupları arasında yapılan bir anket çalışmasında hakim ve savcılarımızın temel hak ve özgürlüklere bakış açısı ile birey-devlet bağlamındaki çatışmalı noktalarda tavır alışlarındaki yönelimler tespit edilmeye çalışılmıştı. O günlerin yükselen terör rüzgârında verilen cevaplar çok da şaşırtıcı değildi. Benzer bir anket Ak Partinin AB rüzgarını arkasına alıp AB uyum yasalarını birer birer gerçekleştirdiği dönemde de yapılmış; dönemler farklı da olsa hakim ve savcıların -profilleri değişse de- sorulara verdikleri cevaplarda anlamlı bir değişikliğin olmadığı görülmüştü.
Hakim ve savcılarımız dün de o gün de “devlet mi birey mi?” sorusuna “önce devlet” diyerek cevap vermişlerdi. Ve eminim bugün de sorsak yine aynı cevabı alırız.
Nitekim Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda maalesef bu mahkemede mahkumiyet alma konusunda ilk sıraları kimseye bırakmıyor.
İşin ilginci, iç hukukumuzdaki onlarca ve yüzlerce mahkeme kararının, daha verilirken AİHM’e gidildiği takdirde Türkiye’nin mahkum edileceğini, karar veren de sokaktaki sıradan insan da çoğu kez bilmektedir.
Hal böyleyken bu kararların nasıl olup da alınabildiği aslında çok da derin bir mevzu değil.
Bu işlerin bu denli kolay yapılmasının temel nedeni aslında toplumda gerçek manada bir adalet talebinin olmamasıdır. Daha da açık söylersek demokrasiyi nasıl sadece kendimiz ve partimiz için istiyorsak –o da muhalefetteyken- adalet talebimiz de genelden çok sadece kendimize yönelik. Yoksa bu talep herkes için geçerli değildir.
Mevcut sistem yanlış yapan yetkililere bir yaptırım uygulamaktan çok ödüllendirmek üzerine çalışmaktadır. Aslında bunu yadırgamak tuhaf kaçmaktadır.
Bizdeki gibi devletin belirleyici olduğu daha doğrusu devleti temsil edenlerin ve devletin izin verdiği mevzilerin doğruyu-yanlışı belirlediği, suç tanımlarının içeriğini doldurduğu bir ortamda zaten farklı olması da beklenemez.
Çok açık bir örnek verecek olursam bugüne kadar AİHM’de Türkiye’nin milyonlarca Euroluk tazminatlara mahkum olduğu davalara –özellikle ceza alacağımız biline biline verilen kararlara- imza atan hiçbir hakimin tenzili rütbe ile karşılaştığını duydunuz mu?
Ya da vatandaşa karşı açıkça hukuksuz eylemlere girişmiş kolluk güçlerinin ciddi yaptırımlarla karşılaştığını hiç gördük mü?
Görmüyorsak ve bu tür kararlara karşı toplumsal bir tepki gelişmiyorsa aslında 12 Martçıların dediği gibi bu demokrasi denen gömlek bize üç beş numara büyük gelmektedir.
Ben de dahil olmak üzere pek çoğumuz kanunlardan şikayet etmekteyiz ancak Montesquieu’nün dediği gibi çoğu kez “kötü kanun yoktur, kötü uygulayıcı vardır” sözünü unutuyoruz.
Adalet tanrıçasının gözleri niye bağlı? Bu soruya “Bizim tanrılarla işimiz yok!” diyen hakim ve savcılar gördüm. Ne kadar tuhaf değil mi bir lafız yüzünden işin özünü ıskalayan güya hukuk okumuş insanlarımız var.
Kanunlar niye var? İnsanlar hangi durumlarda ne gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalacaklarını bilsinler diye ama gelin görün ki bizde bunun da bir standardı yok.
O nedenle yıllarca önce Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanken Gayr-i Müslim vatandaşlarımıza yönelik “sizin garantörünüz benim” yaklaşımına kimse kimsenin garantörü olamaz, garantör olacak tek şeyin ancak hukukun olabileceğini ifade eden bir yazı yazmıştım. Çünkü böyle bir tavır bu garantörlüğün yarın bir başkası tarafından kaldırılabileceği anlamını taşımaktadır.
Ve maalesef insanlarımız hala hukuki eşitliğin ne mana ifade ettiğini anlamamakta ve hukukun futbol taraftarlığı gibi hep kendi takımları lehine esnetilmesini ama diğerine en sert şekli ile uygulanmasını istiyor.
Ama unuttuğumuz nokta güç odaklarının değişmesi ile sertliğe maruz kalacak kesimlerinde değişebileceğidir. Bugün hasım olarak gördüklerimize yapılabilecek sertlikler yarın bize döndüğünde feryat etmenin çok da bir anlamı olmayacaktır.
Meşhur fıkradaki gibi “Ermeni’yi dövdürmeyecektik!” noktasını hiçbir zaman unutmamız gerekir.
Ve yine unutmayalım ki bu topraklar ‘Sizi buraya tıkan güç bunu istiyor’ ya da ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ diyen zihniyetlerin gölgesinden çok defa gelip geçti. Bunu düzelteceklerinde onlardan çoğu kez aşağı kalmadıklarını “Üçe üç” diye sloganlar eşliğinde bağırırken de gördük.
Allah şüphesi adil olanlarla birliktedir… Vesselam.