“Çankaya’nın Şişmanı İşçi Düşmanı”
T. Özal’ın vefatının üzerinden tam 28 yıl geçmiş. Türkiye tarihinin nev-i şahsına münhasır liderlerinden biri olarak tartışmasız yaptıkları ve yapamadıkları ile hep özel bir yere sahip olacak. Önemli bir köşe taşı olarak Özal’ı ve Özal dönemini doğru değerlendirebilmek için o devrin serin kanlılıkla ele alınması gerekiyor ama bizde övgü ve yergi arasında denge hemen hiçbir konuda ol(a)madığı gibi bu konuda da yok.
Özal’ın bu ülkeye belki en büyük hizmeti serbest piyasayı getirmiş olması ve AB’ye girmeyi hedef olarak göstermesi idi. Eski sosyalist Doğu ülkelerine has fiyat mekanizmasını değiştirmiş ve Batı ile entegrasyon sürecini başlatmıştı. Ancak işte orada kocaman bir ama var.
Özal, Türkiye’ye serbest piyasayı getirirken maalesef bu piyasanın asgari hukuki şartlarını getirmek için hemen hiç çaba harcamadı. Bunun toplumsal maliyetini bugün hep birlikte ödüyoruz. O günlerde Türkiye hızla türedi yeni zenginlerle tanışırken, bu tanışmanın bir de karanlık yüzü vardı. Zaten darbenin yarattığı iklim içinde ekonomik olarak büyük yara almış geniş kitleler kuralsız serbest piyasa uygulamaları içinde ezildikçe ezildi.
Darbe sonrası dönemde ekonomik çarklar neredeyse tamamen durmuş ve o dönemde yurt dışına özellikle Arap ülkelerine giden binlerce işçiden biri olarak babam da çalışmak için gitmek zorunda kalmıştı. Özal’ın uygulamaları o dönemin tabiri ile orta direğin sonunu getirirken, alt sınıflar ise daha beter bir duruma düşmüştü. Siyasilerle el ele kol kola gezenler uçarken sıradan halk kitleleri özellikle şehirlerde büyük bir yoklukla imtihan oluyordu.
Üstüne bir de “benim memurum işini bilir” anlayışı rüşveti sıradan bir vaka haline getirmişti. Anayasanın bir kerecik delinmesinden bir şey olmaz anlayışının geldiği yeri ise herhalde söylemeye hacet yok.
Sözün gelişi değil gerçeğin kendisi olarak açlık pek çok aile için sıradan bir hale gelmişti. Ocaklar yanmaz olmuş, sofraya kuru ekmek dahi koyulamayacak hale gelinmişti. Şimdi Özal devri konuşulurken bunların da konuşulması gerek ama bizler hep işin şaşasına bakmaya meyyaliz.
Özal’ın yaptığı pek çok güzel iş de maalesef “Papatya”larının gölgesinde kalmıştı. Hayali ihracat kralları halkın açlığını örtüyordu.
Sevildiği kadar, nefret de edilen bir siyasi lider konumundaydı. Bugün hayırla yadeden siyasi çizginin dünü de ondan farklı sebeplerle hiç ama hiç hoşlanmazdı.
Özal’ın rahmetli olduğu gün Ankara’da Ankaragücü-Beşiktaş maçı vardı ve bende o maçtaydım. Maç saati gelmiş ama bir türlü ilk düdük çalmıyordu. Taraftarlar maçın başlamamasını orta hakem Erman Toroğlu’nun artistliğine bağlarken dakikalar ilerledikçe gerginlik artmış ve protesto sesleri yükseliyordu.
O sırada zaten çok kötü olan anons sisteminden bir duyuru yapılmaya başlandı ancak yapılan duyuru tribünlerin gürültüsünden yeterince anlaşılamıyordu. Sonra yavaş yavaş mırıldanmalar arasında haber tribünlere yayıldı. Özal’ın hayatını kaybettiği, bu nedenle maçın ileri bir tarihe ertelendiği, seyircilerden de biletlerini saklamaları ile ilgili açıklama yapıldığı anlaşıldı. Tabii o günlerde bilet saklamak kimsenin pek aklına gelmediği için binlerce insan kapılara koşarak bilet koçanları aramaya başlamıştı. Çünkü maç biletleri o günün şartlarında astronomik denecek kadar pahalı idi.
O hengame içinde kimse bu habere inanmıyor ya da inanmak istemiyordu.
Buradaki inanmak istemiyor kısmını büyük bir üzüntü nedeniyle olduğunu düşünmenizi istemiyorum, en azından benim çevremde böyle bir hava yoktu. Statta, yolda, otobüste kimse Özal’ın öldüğü haberine inanmıyor, bazıları bunun bir oyun olduğunu dahi söylüyorlardı. Ben de dahil pek çok insan ancak akşam haberlerinde doktorların açıklamasını dinledikten sonra ikna olmuştuk ölümüne.
Özal dönemi benim için açlık, sefalet ve yokluktan başka bir anlam taşımıyordu o günlerde. Attığı pek çok adımın ekonomik zararlarını birinci derecede evimizde hissediyorduk. Zamların otomatiğe bağlandığı bir dönemden geçiyorduk ve ücretler yerlerde sürünüyordu.
Olayın vahametini belki şu şekilde anlatabilirim. Bütün yaz inşaatlarda amcamın yanında amele olarak çalışmıştım. 30 günlük yevmiyem içerde kalmıştı. Aldığım parayı dershane taksiti yapmış, kalan para ile ise en büyük hayalim bir uydu alıcı almak idi. Ancak amcam paramı altı ay sonra verdiğinde benim 30 yevmiye kuşa dönmüş 3 günlük yevmiye ücretine tekabül eder hale gelmişti.
Özal’ı bugün hayırla yad etmem orta direği yok ettiği gerçeğini ve diğer bazı yanlışlarını da unutmamı gerektirmiyor. Dünü değerlendirirken bunlara da dikkat etmekte fayda var. Yoksa tarih okumanın ne anlamı olabilir ki?