Eğitim şart!
Yeni bir eğitim-öğretim yılı bu kez de müfredat tartışmalarının gölgesinde başlıyor. Her zaman olduğu gibi herkes kendi dünya görüşü ve zaviyesinden durumu değerlendirirken tartışmalar daha çok Atatürkçülük, laiklik ve din üzerinden yürüyor.
MEB, yeni müfredatın çağın gereklerini karşılamak için hazırlandığını söylerken özellikle PISA vb. ölçme sistemlerinin beklentilerini karşılamayı hedeflediğini belirtiyor. Hedefler oldukça iddialı. Peki, gerçekleşir mi? Söylendiği kadar kolay değil…
***
İki yüzyıldır sürekli aynı dehlizlerde kayboluyoruz. İşe rantiye kafasıyla bakınca da on sekiz değil seksen kişi de kontrol etse bir kutup ayısı bir ders kitabının sayfaları arasına sızıp o malum hareketi hepimize yapabiliyor. Çünkü zihniyet aynı…
Sofrasında kırmızı etin en iyi yeri eksik olmayan bazı lümpenlerimizin her kurban bayramı hayvan sever kesilmeleri gibi bir durum… Tabii ki adama “ot ye!” diyemiyorsun!
Eğitim işinin mutfağında olmaktan çok işin teorik kısmıyla uğraşan akademisyenlerimiz de çoğunlukla -dünyadan aşırma bilgilerle- uçmaya devam ediyorlar. Söylediklerinin pratikte uygulanıp uygulanamayacağını kimse sorun etmiyor.
Sonra da hep birlikte sandviç oluyoruz. Amerika’da yapılan IQ testlerinde siyah çocuklar “Spartaküs kimdir?” sorusuna sandviç cevabı veriyormuş çünkü annelerinin yaptığı bir çeşit sandviç ismiymiş. Tabii ki testler beyazlar için hazırlandığından sonuç malum.
Yeni nesilden sürekli şikayetçiyiz ama eğitim sistemimizdeki çarpık ceza-ödül ilişkisini bir türlü sağlıklı hale getirecek çareler üretemedik. Geçmişte sınıf geçmek çok zordu şimdi ise sınıfta kalabilmek için büyük yetenek gerekiyor!
Geçen yıl milyonlarca takdir ve teşekkür belgesi dağıtmışız; PISA’da yerlerdeymişiz ne gam!
Ceza denilince aklıma geldi; bir klişe var “köpek adamı ısırırsa değil, adam köpeği ısırırsa haber olur.” Okullarımızda öğretmenlere karşı şiddet vaka-i adiyeden bir hal almış durumda ama haber değeri yok…
Bir zamanlar ‘Eti senin kemiği benim hocam!’ diyorduk şimdi de “eti de senin kemiği de senin evladım!” modundayız.
Gemisini kurtaranın kaptan olduğu bir memleketteyiz. Okul her şey mi? Belki değil ama mevcut sistemde velisinden gerekli desteği alamayan ve çevresel şartların yetersiz olduğu bir yerdeki çocuğun başarı şansı tamamen kadere ve Allah vergisi yeteneklerine kalmış durumda.
O yüzden sınavlarda başarılı olan tek tük gariban ve çoban çocukları bizi fazlasıyla heyecanlandırıyor. Ne kadar adil değil mi?
Her yerimiz dökülüyor, Anadolu Lisesine 2-3 matematik netiyle gelen öğrenciler biraz büyüdüklerinde bu kez de mühendislik fakültelerine hatta matematik bölümlerine 4-5 netle yerleşiyor. Sonra da Yargıtay başkanımız Hukuk mezunlarının seviyesinden şikayet ediyor. Haklı mı?..
İki yüz küsur üniversitemiz olmuş; 3-5 bin nüfuslu kasabalarımızda bile yüksekokullarımız var…
Meslek liselerini geçmişte İmam Hatipleri (İH) engelleyeceğiz diye yok ettik. Bugünse “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” sloganına rağmen hala yerimizde sayıyoruz ve şimdi de tüm meseleyi İH’ler üzerinden çözmeye çalışıyoruz. Ne de olsa Tevhid-i Tedrisatçıyız. Dün tersindendi bugün de düzünden dayatıyoruz.
***
Yaz yaz bitmez… Almanya’daki Türklerin anadilde eğitimleri bir hak ama kendi insanımıza böyle bir hak yok! Bu ülkede milyonlarca Sünni olmayan insan var ama bu insanların çocukları için kendi inançlarına-felsefelerine uygun bir eğitim isteme hakları yok, varmış gibi davranıyoruz.
Hem böyle bir şey zaten doğamıza aykırı. Ne demiş büyüklerimiz: “Ya davulcuya, ya zurnacıya…” Maazallah serbestlik bize gelmez!
İlgisiz ama aklıma geldi, zamanında bir Diyanet İşleri Başkanımız hac dönüşünde gazetecilerin DİB’in gayr-ı müslim vatandaşlarımız için ne tür hizmetlerde bulunduğu sorusuna “Elbetteki biz onlar için de çalışıyoruz. Onlara İslam’ın ne kadar güzel bir din olduğunu anlatıyoruz!” mealinde bir cevap vermişti.
Davul, tokmak misali. Tokmak kimin elinde ise keyfince dövüyor!