İfade edememe özgürlüğümüz hayırlı olsun!
Demokrasi ve özgürlüklerin ekmek, su ve hava gibi zaruri bir ihtiyaç olduğunu anlayamadığımız sürece bu topraklara güneşin doğacağına inanmak için hiçbir sebebimiz olamaz. Yıllar içinde ekonomik gelişmelerin verdiği rahatlığın son kertede tamamen bir yanılsamaya yol açabildiğini hep birlikte gördük. Ülkemiz demokrasi anlamında ileriye gidecek derken giderek içe kapanan bir sisteme döndü, yargı SOS veriyor.
Adalet sistemimizden hükümetin en azından bir kanadının memnun olmadığını -küçük ortağın ise çok memnun olduğunu- en yetkili ağızlardan dinliyoruz. Tabii ki buradaki memnuniyetsizliğin nedeni maalesef yeterince açık değil. Çünkü, kimse yargının aldığı hemen hiçbir kararı beğenmiyor.
Yargı mensuplarının aldıkları kararlarda neyi öncelediklerini daha önce yazmıştım bu nedenle tekrar bu konuya girmek istemiyorum. Bizim gibi Üçüncü dünya ülkelerinde yargının tam olarak -adi vakalarda bile kısmen- bağımsız olduğu hemen hiç görülmemiştir. Gelişmiş Batı Demokrasilerinde yargının hiç manipüle edilmediği iddiasında da değilim. Tam tersi orada belki yargı daha fazla manipüle ediliyor olabilir ama en kötü yargıçların bile aldıkları kararları hukuki bir zemine oturtmaya çalıştığı ise bir gerçek. Bizde de öyle olduğunu iddia edebilmek için öncelikle AİHM davalarında temel hak ve özgürlükler konusunda Rusya ile birincilik için yarıştığımızın farkında olmamamız gerekiyor. AİHM kararlarını geçtim kendi Anayasa Mahkememizin kararlarını bile yok hükmünde saymakta hiçbir sakınca görmüyoruz.
Mevcut Anayasamızın ne denli özgürlük(!) dostu olduğunu zaten içimizde bilmeyen yoktur. Zamanında öyle bir anayasa yazmışız ki temel hak ve özgürlükleri kaşıkla verirken kepçe ile geri alan bir metin ortaya konmuş.
Verir gibi yapan ama asla hakları tam olarak vermeyen bir Anayasa. Ve bu metnin nasıl yorumlanacağı da maalesef içinde bulunulan siyasi atmosfere göre değişebiliyor.
Basit bir örnekle açıklamaya çalışayım.
Farz edelim ki Türkiye’de Kemalistler çok güçlendi ve Kemalist bir iktidar ülkeyi yönetiyor. Canı sıkılan bir savcı keyfi bir şekilde pek çok parti liderini ve önde geleni ile bu partilere sempatizan memurları Şapka Kanuna Muhalefetten bir gece sabaha karşı apar topar gözaltına aldırabilir.
Çok mu saçma geldi? Aslına bakarsanız hiç de saçma değil çünkü devrim kanunları hala Anayasa tarafından koruma altında. Bu tür örnekleri arttırabiliriz. Türkiye’nin siyasi yargı maceralarına bakarsak bunun bol bol örneklerini görürüz.
İslamcı(!) olduklarını söyleyen pek çok kimsenin -Kemalist ve Milliyetçilerle birlikte- bir türlü içlerine sindiremedikleri AB değerleri öne çıktıkça ve iktidarlarca desteklendikçe bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün önünün nasıl açıldığı ve insanların rahat bir nefes aldıklarına yaşı 35-40 üzeri olan herkes şahittir.
Türkiye kılavuz olarak demokrasi ve özgürlükleri referans aldıkça konuşulamaz denilen şeyler dahi konuşulabilir olmuştu. Üzülerek görüyoruz ki bugün o atmosferden fazlası ile uzağız ve en kötüsü iktidara kendini yakın gören kitlelerin bu tezadın farkında bile olmaması ve durumu çok normal karşılamaları. Olanlar da sadece kapalı kapılar arkasında ve eş dostla çay-kahve sohbetlerinde sızlanıyor.
***
Anayasamızın “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” maddesine (26.) gelin birlikte bakalım.
Madde şu güzel ve umut vaat edici cümlelerle başlıyor: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
Ancak daha birinci paragraf bitmeden aması geliyor “Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.”
Sonraki paragraflar ise bu hürriyetlerin kullanılmasının nasıl ve ne gerekçelerle sınırlandırılabileceğini çok ayrıntılı bir şekilde ifade ediyor:
“Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
İfade edememe özgürlüğümüz(!) varmış en azından onu öğrenmiş olduk…