Korona günlerinde ahırlar düzelir mi?
Lise yıllarımda Ankara’da hava kirliliği inanılmaz boyutlara çıkmış, nefes alınmaz hale gelmişti.
Meslek Liselerine de öğrencilerin sınavla alındığı yıllardı ve 1. Sınıf öğrencileri içinden yüksek başarı gösteren öğrenciler Teknik Lise bölümlerine seçilirlerdi. Okuduğum Gazi Teknik ve Endüstri Melek Lisesi’nin Bilgisayar ve Motor olmak üzere iki tane teknik bölümü vardı.
Lise 1 bu açıdan önemli idi benim için ama okullar hava kirliliği yüzünden iki-üç hafta tatil edilmiş ve yarıyıl tatiline çok az süre kaldığı için yazılılar üst üste gelmişti. Hemen her gün iki-üç yazılı sınava giriyorduk.
O günlerde sınıfta kalma ve öğretmenlerin gerek sınıf ve gerekse veli üzerindeki saygınlığı bugünkü gibi yerlerde değildi. Hala çocuklar “öğretmenlere eti senin kemiği bizim” diye teslim edilirdi. Tabii bu şartlar altındaki sınavlar da hiç kolay olmazdı.
Hava kirliliğinin zirve yaptığı bu dönemde TRT sabah akşam yaşlı, hasta ve çocukların sokağa çıkmaması konusunda uyarılar yapardı. Hatırladığım kadarı ile biz de evlerimizden çıkamazdık. Çünkü dışarısı gerçekten çok kötü idi ve resmen gökten kül ve is yağıyordu. Ankara’nın yüksek tepelerine yerleşmiş gecekondu mahallelerinden birinde yaşamamamıza rağmen durum hiç de iyi değildi. Kadınların hala elleri ile çamaşır yıkadığı yıllardı ve çamaşırlar dışarı serilemiyordu çünkü anında kirleniyorlardı. Hoş soğuk kış günlerinde dışarıya çamaşır sermek zaten mümkün olmazdı. Salonun ortasında yanan ve ev daha iyi ısınsın diye neredeyse tüm odanın içini dolaşan soba borularının altına gerilen iplere çamaşırlar asılır, ağır deterjan ve çamaşır suyu kokusu solunurdu.
O yıllarda okulların tatil edilmesi en azından bizim mahallelerde çok sıkıntı yaratmazdı çünkü anne-babası ikisi birden çalışan yok denecek kadar azdı. Kadının çalışmasına henüz kimseler alışmamıştı. O yıllarda ilk kez, halalarımdan birisi çalışmaya başladığında, halamın çalışması eş-dost ve akraba arasında İran-Irak Savaşı kadar büyük bir gündem olmuştu. Sonra herkes alıştı…
Bugün ise gelen okul tatilleri ciddi şekilde aileleri zorluyor çünkü insanlar tek maaşla geçinemiyor. Çalışan nüfusun neredeyse yarısı asgari ücretli. Herhangi büyük bir şehirde kiracı iseniz zaten bu para ile evin temel ihtiyaçlarını karşılamanız neredeyse imkânsız. Hızla düşen doğum oranlarında bu da bir faktör. Cumhurbaşkanı istediği kadar üç çocuk istesin, kimsenin üç çocuk besleyip, okutacak gücü yok.
Korona günlerinde özellikle özel sektörde çalışan anneler mustarip çünkü izin almak demek işini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu tür kriz günlerinde bu tür konularda çok da iyi sınav verdiğimiz söylenemez.
2000 krizi sırasında kardeşimin ameliyatı için izin ve avans istediğinde patronu babama ‘çok fazla izin alıyorsun ve krizdeyiz’ diyerek uyarmış; ama daha babam muhasebeden çıkmadan Antalya’ya tatile gidecek biricik kızı için üç beş işçinin bir ayda kazanamadığı kadar paranın kızına ödenmesi için telefon edebilmişti. Şimdi de çok farklı değil işler, pek çok patron işçiye verilecek 1-2 puanlık zammı çok görürken sırf vergiden kaçmak için her yıl milyonlarca dolarlık yeni iş makinaları ve sıfır otomobiller alabilmekte.
Aslında hep yazdığım gibi ülke olarak ahlak seviyemizdeki çöküntünün tezahürü bunlar.
Ortalıkta çok ciddi bir salgın var ve devlet de doğru olanı yapıp umreden dönen binlerce vatandaşımızı karantinaya aldı. Her işte bir hayır vardır demek lazım. Yurtlarımızın ahıra benzediğini umreci vatandaşlarımız gözleri ile idrak etmiş oldular. Halbuki oralarda nice gariban çocuğu kalıyordu. Sosyal medyada esprisi bile yapılıyor; üç beş umreci birleşip artık bir eve çıkarlar!..
FETÖ büyürken işte o ahır gibi, çeşitli sağ-sol örgütlerin eline düşmüş yurtlarda barınamayan fakir aile çocuklarını kapıvermişti. Zavallı muhafazakar-milliyetçi yurdum insanı da oğlunu kızını bunların din maskeli yüzlerine güvenip teslim etmişti.
Kimseye ders verme niyetim yok, herkes herhalde bu durumdan da kendi nasibince bir hisse alır diyerek konuyu Yılmaz Erdoğan’ın bir şiirinden bir alıntı ile bitirelim:
“Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk
Olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Veyselkarani’de haşlama yeme
İhtimalini sevdim
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara’da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
Özlemeye başladım herkesi
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri
Özlemeye başladım sonra
Bizim Kemalettin Tuğcu’larımız vardı
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı”